Ana içeriğe atla

Ah Kavaklar...


Bilirdim bu yakarışı.
Tabi o zamanlar hüzünlü bir şarkıydı sadece kavaklar...

Öğrenmiştim; bestesi Ermeni Onno Tunç'a, hikayesi ise yangın yerinde canını vererek, yürekleri yangın yerine çeviren o güzelim ozan Metin Altıok'a aitti.

Dinlemiştim; o güzelim kadın Sezen Aksu'nun sesinden.

Sonra bir gün, kendi başıma çarşıya gidebilecek kadar büyüdüğümde bende omzumda o kesik eli hissettim ilk kez.
Durmadan yinelenen bütün acılarım o kesik elin kanamasıymış meğer.

Kendi ayaklarım üzerinde durabilecek yaşa geldiğimde ise; bir yolu olmalı dedim. Bir yolu olmalı bu yarayı iyileştirmenin...

Ardından aldım bütün acılarımı yanıma, gittim oturdum bir parka, kavak ağacının altında kitap okumaya başladım. Çünkü şuan kendi ayaklarım üzerinde yalnızca kitap okuyarak durabiliyordum.

Birdenbire bedeni yanmış bir kuş düştü önüme; o anda anladım, yakıyorlardı kavak ağacını. 
Zaten önceden avm yapacaklar diye duymuştum.

Nereden geldiler anlamadım fakat o andan sonra omuzlarında ki kesik elin kanamasından, bedenleri kıpkırmızı olmuş insanlar çoğaldı etrafta.
Biber kokuyordu her yer nedense.
Her yerimiz kanıyor ve yanıyordu acı acı,fakat bir yandan akan kanımızla kavak ağacının yangınını söndürmeye çalışıyor 
bir yandan o hoyrat makaslarla, birbirimizin yaralarını saracak bez parçalarını kesmeye çalışıyorduk. 
Şarkıları, şiirleri ise birer yakarış olarak kullanmaya başlamıştık ansızın...

Yangından korkan insanlar için penguen belgeseli yayınlıyordu o sırada televizyonlar, biz ise hala "penguenler de ölmesin" diyorduk.

Kavak ağacını yakmaya çalışan o küçük yangın, dayanamadı daha fazla o parkta ki su gibi berrak yürekler karşısında. Yenik düştü.
Aldı rüzgarı arkasına başka kavakları yakmaya gitti.
Kavak ağacını kurtardık.
Adını Direniş koyduk.

Hiç birimiz bilemezdik bir kesik elin bu kadar kanatılabileceğini ve bir makası bile hoyratça kullanacak gücümüz olmadığından, yeterince bez parçası kesemedik.
Gücümüzün yettiği tek şey bir ağacın gölgesinde kitap okumak ve düşünebilmekti.

Çok geçmedi haberi geldi; o yangın gittiği yerlerde 3 tane kavak ağacını yakıp, yok etmiş.
O kavak ağaçlarının isimleri de Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve Ethem Sarısülük'müş.

Belki onların boylarına yetişmeleri zaman alacak ama Direniş'in yanına yeniden diktik onları, gözlerimizden akan kan ile suladık.

Artık o parkta, "ah kavaklar"...diye iç geçirmeye dursun biri, hemen o fidanlara doğru bakıyor yanındaki.

Direniş iyi.
Sürekli ıslık çalıyor bize uzaktan.
Henüz yanında kitap okumamıza izin vermiyorlar. 
Yanında durmak,piyano çalmak,karanfil atmak yasak.
Pilates yapmak ise çok tehlikeli.
Biz şimdi üzerimizi temizlemekten arta kalan boş vakitlerimizde onu özlüyoruz.
Onu özledikçe gidip, boş bulduğumuz her toprak parçasına fidan dikiyoruz.
Şiir okuyor, resim yapıyor, şarkı söylüyoruz.

Bir yolu olmalı demiştim hani...
Kendime "yaşım kaç olursa olsun ruhum çocuk kalacak" sözünü verecek yaşa geldiğimde buldum o yolu.
Kavaklar büyüteceğim içimde,çünkü içimde bir yol açıldı artık...cesurca, özgürce, insanca kavaklar büyüteceğim içimde...

O kesik el mi? 
Bedenimi üşütüyor şimdilerde biraz.
Yüreğim sızlıyor.
Korkuyorum.
Arkamızdan ıslık çalacak bir kavak ağacı bile kalmayacak parklarda.
Sorular sormaya başladıkça, sormamamız gereken sorular; hemen susturacaklar.
Boşlukta tamamlayamayacak artık yanağımızın diğer yarısını.
Akan insan kanıydı çünkü, toprak bile sindiremez onu kendine
ama biz delik deşik uykularda iken, birileri dökülen bütün kanları içlerine sindirecekler.
Omuzlarımızda ki o kesik el hiç durmadan kanamaya devam edecek biz ise durmadan o kanı birkaç şarkı, birkaç şiir ile durdurmaya çalışacağız.
Gün gelecek hoyratça şarkılarımızı, şiirlerimizi, fikirlerimizi elimizden almaya çalışacaklar.
Biz ise kalan son gücümüzle, hoyrat makaslar kullanarak eski fotoğraflardan kavak ağacı resimleri oyacağız.
işte o gün yüreklerimiz kanamaya başlayacak.
Kan kaybından öleceğiz belki.
Kalan tek gözümüz de arkada kalacak.
Arkamızdan yalnızca yangınını söndürmeyi başarabildiğimiz, toprağa özgürce kök salabilen, bütün yangınlara direnerek ayakta kalmayı başarabilmiş o güzelim kavak ağacı "Direniş" ağlayacak.
Ve kalp atışlarımız o kavak ağacının yaprağın üzerine gezen minicik bir böceğin,dalına konan bir serçenin, üzerine yuva kuran güvencinin, gölgesinde kitap okuyan minik bir çocuğun kalbinden duyulacak...


"bir deniz kabuğunda 
dalgalari duyanlar;
bos bir mermi kovani 

sizce nasil uguldar !"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşlarımızın Tadı Aynı...

  İki kadın ağlıyor şimdi kuytu köşelerinde benliklerinin..Aslında hep ağlayan iki kadın kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman içten içe.hep yanarak hep eksiklerle.Aynı bedende dokuz ay yaşamıış iki kadın...Biri gerçekten eksik diğeri eksik olmadığı halde bosluklar yaratıp eksik olma çabasında.   Ağlıyorlar çünkü sarılamıyorlar birbirlerine bir sarılsalar şöyle eskisi gibi, hani o ilk karşılaşmalarındaki gibi hafifleyecek acıları merhem olacaklar birbirlerine...   Sadece susuyorlar yada sözcüklerini yalnızca birbirlerini incitecek cümlelerde kullanıyorlar...Nasıl da benziyorlar bir o kadar da uçurum var aralarında...   Biri gerçekten sevmiş,sevilmiş,yolunun yarısına gelmişken kaybetmiş,biri herşeyin başında pes etmiş yazık...ne sevmeye gücü var nede sevilmeye ömrü yetecek.   Acıları aynı aslında çok değer vermek insanlara,canından parçalarına ama sonunda hep kaybetmek,hiçbir karşılık görememek onca fedakarlığa...   Öylece izl...

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

O Lokum Alınacak

  Dokuz yıl önce de hava kışa rağmen böyle güzeldi bu zamanlarda ve ben geçen bu dokuz yılın her bu zamanlarında üşüdüm. Biraz da büyüdüm. Büyümenin gitgide daha fazla kabullenmek olduğunu öğrendim.  Babamın ölümü  yalnızca göz yaşartan bir yorgan altı korkusu olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştüğünde “ Bir gün geri gelecek … geri gelecek” derdim küçükken ve buna sahiden inanırdım.   Annem elbiselerini verirken birilerine çok kızmıştım. Kalan sigarasını gelip bitirecek diye hiç dokunmadım. Çok sabrettim o günden bu güne.   Çok bekledim cam köşelerinde. Gelmedi.  Ben böyle sayıklarken bir gün baktım büyümüşüm ansızın ve o bir gün geri gelecek cümlesi  “ Bir gün ben onun yanına gideceğim ” olmuş.    Eğer birini bekliyorsan her şeyi yavaştan alırsın, ertelersin, yemeğe başlamazsın, hiç bir plan yapmazsın ansızın gelebilir evde olmalısın. Ama eğer ona gideceksen ardında yarım kalmış hiçbir şey bırakmazsın...