— Uyumak simdi,
uyanmak yüz yil sonra, sevgilim...
— Hayir,
kendi asrim beni korkutmuyor
ben kaçak degilim.
Asrim sefil, asrim yüz kizartici, asrim cesur, büyük ve kahraman.
Dünyaya erken gelmisim diye kahretmedim hiçbir zaman.
— Yüz yil sonra, sevgilim...
— Hayir, her seye ragmen daha evvel.
Ve ölen ve dogan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asir
Nazım Hikmet Ran
Sessiz ve derinden yaşamaktı asolalan.
Eksik yanlarını sevdim ben hayatın daha az yanılayım diye.
Yarım kalmış cümleleri sevdim, sonunu kendim getirebileyim diye.
Ağlayamadığım acılarım,kapanmamış yaralarım,nice gözlerden kaçırdığım bakışlarım,uzun uzun susmalarım,sonuna varamadığım yollarım,sonunu getiremediğim planlarım,kendimi zamana karsı hep geç kalmış hissettiğim anlarım,
hep yarım kalmış aşk yanılsamalarım,
başka hayatlara istemeden dokundurduğum kan kırmızı yalnızlığım oldu hep.
Birde en fazla milyonlarca yıldız arasında bir yıldızım,ipi kesilmiş uçurtmam,çocuksu naiflikte düşlerim oldu.
Kırmızı ojeden önce annemin gözlerindeki sevgi dolu bakışları keşfettim ben.
Bir kuşun hüzünlü şarkısını dinleyip uzak diyarlara uçmak isteğim hiç tükenmedi.
Sığ suları sevemedim ben,açık denizlerdi arkadaşım.
Güneş fazla cömertti hep, birazda mağrur geceye sığındım hep.
Hayallerim günlük meseleleri çözmeye yetmedi.
Yalnızca ruhumla yaşamak öyle zordu ki hayal gücü gerekliydi.
Tek başıma kalmak boşuna harcadığım zaman gibiydi.
Kendi kanunlarını koyamazsın işte.
Böyle bir düzen içinde düşünmek bile güçleşir bazen.
Düşünmek ciddi bir iştir.Ne düşüneceğimi düşündüğüm anlarım az değildir.
Anlayamadığım şeyler,sonunu izleyemediğim filmler,okuyamadığım kitaplar,dinleyemediğim şarkılar,sevemediğim insanlar da az değildir.
Zamanın akışına kapılıp uzun susmaların ardından ,
tutamadığımı hissedince zamanı,
sözler yetersiz kalınca hissedileni anlatmaya,
omuzlarıma düşen zamansız yalnızlıkların ardından,
sevdiğim yavaşca kaybolup giderken bir sokağın sonunda,
hatırlatıp durunca kendini yüzsüz acılar,
çökünce eski bir şehrin üzerine gece,
hiç yaşamamışsın hissi kaplayınca yüreğimi incecik bir sızı kaplar içimi.
Sızının incesi olurmuymuş hiç?
Olurmuş.
Burnundan hiç gitmeyen bir koku gibi incecik, sakin.
Hiç dinlemeyecek de sanki arada unutmuşcasına.
Hani içinde biryerler de,ayrılmaz parçan,gözün kulağın gibi,içindeki boşluğun sahibiymiş..
Vazgeçilmez, bir o kadar farkedilmez..
Bu sızı ki kalbin duruverekmiş gibi tetikte.
Bir çocuğun gözlerinden,bir annenin sesi kısılmış ninnisinden,yoksulluktan,savaşın ortasından,yarım kalmış bir aşk öyküsünün içinden çıkıp gelir işte.
Kelimeler yetersiz kalır,fazla hoyrattır kelimeler cümleye dönüşünce.
Kelimeler yazılır,sızınsa içinde kalır.
İncecik bir sızı tarif edilemez ki!İnce dersin en fazla.
Umarsızca savrulduğun hayatta sana farkındalığı sağlayan tek gerçek olur sızı(n).
İyileşmeye yüz tutmuş,belli belirsiz yaranı kaşıyıp tekrar günyüze çıkarmak gibi.
Hayata sırtını döndüğün yerden çıkar gelir hep.
Hiçbir yaşantı dindirmez.
Güneşin doğuşu korkuları dağıtır her sabah.
Bazı insanlar ise korkularla yaşamayı sever.
Korkmak için karanlığı bekler.Ah ne büyük çaresizlik!
Bense korkmuyorum.Yalnızca gözlerinde korkular taşıyan insanlarla göz göze geldiğimde rahatsız oluyorum.
Olsa olsa yüreğini bir kenara bırakmış, yalnızca beş duyusuyla yaşayan insanlardan korkuyorum.
Sızılar,yalanlar,korkular,sevinçler,hüzünler soyut olsaydı keşke yada keske soyut kavramları gözle göremeseydim.Şairin dediği gibi "Annelerin ninnilerinden,spikerin okuduğu habere kadar,yürekte,kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,anlamak,sevgilim,o müthiş bir bahtiyarlık anlamak gideni ve gelmekte olanı."Güzel olmak ve iyi insan olmak yürekle algılanabilseydi.Beklemek zor olmasaydı bu kadar,düşlerin gerçeğe dönüşmesini,herşeyin en güzelini,yerini zamanını,kazanmayı,yaptıkların için takdir görmeyi,bütün yaralarının iyileşmesini,kuş gibi hafiflemeyi,karşılıksız sevilmeyi...
Hiç gelmeyeceğini bilerek beklemekten vazgeçmek kolay olabilseydi keşke.
Beklemek soyut olabilseydi mesela.Yüreğine dokunma ihtimalini hesaba katmasaydık.
İlla ki birşeyler somut olacaksa "sevmek" somut olsaydı.İşitebilseydik sevgilinin sesini,burnumuza çekebilseydik kokusunu,dokunduğunda diken diken olabilseydi tüylerimiz,tat alabilseydik yaşamaktan biraz olsun.
Sızı dedim ya sızılarımız...Geçiverseydi bir dokunuşla,bakışla.
Sona erebilseydi tüm başlangıçlarlarımız.
Nereden başlayacağımızı bilseydik ve başlamadan yorulmasaydık.
Sus diyorum yine de kendime yüzyıl uyuyup uyansam değişir belki de birşeyler...
Değişmesini umduğum herhangi bir düşüm olmada bile.
Üstelik uyumakta zaman kaybı gibi.
Tutamıyorum zaten anları.
Durmadan birikiyor kelimeler,yaşanacak saniyeler.
Vaktim dolduğunda uzatamayacağım ki nasıl olsa.
"Tamam" dediğinde hayat bana kopuk ve belirsiz anılar canlandıramam gözümde herşey tam olmalı vakti vaktine.
O an yaşamak omuzlarımda ezici bir yük değil büyük işler başarmışığın gülümsemesi olarak kalmalı dudaklarımda.
Biz hayatı seven insanlarız herşeye rağmen.Şu soyut varlığımızı görmesede kimse sonunda bir gün gökyüzünde somut bir yıldız olarak parlayacağız biliyorum...
Yorumlar
Yorum Gönder