Ana içeriğe atla

Rilke ile Sohbet

Rainer Maria Rilke
Ah gençken yazılan mısraların değeri zaten nedir ki diyor adam...!
Beklemeli ve bütün bir ömür,mümkünse uzun bir ömür boyunca anlam ve lezzet toplanmalı ve sonra, en sonunda belki iyi on mısra yazılabilir diyor bir de...


Öyle mi acaba sahi? Ya sabrın yoksa beklemeye...Ya ömrün yetmezse biriktirdiklerini dökmeye...Ya sahiden bu kadarı bile yettiyse...Diyorum bende.


Sabır herşeydir diyor adam.


Bir mısra yazabilmek için insan;
birçok şehir görmeli,insanları,nesneleri görmeli diyor adam.
Ben ki birçok şehir değil üç beş şehir gördüm yalnızca.Öyle kalabalık,öyle çoklardı dedim.


Hayvanları tanımalı,kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli,küçük çiçeklerin sabahları açarken nasıl titreştiğini bilmeli diyor adam.
Ben hayvanlardan hiç farkı olmayan bir sürü insan tanıdım.
Kuşlara ise hayal ettiğim özgürlüğe sahip olduklarından küstüm.
Çiçeklerin gamsız hallerine bakıp kızdım.Hiç koklamadım ve sabahları genelde uyanık olmadım dedim.


İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları,beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli diyor adam...
Ben o yolları,rastlantıları ve her an gerçekleşen ayrılıkları yalnızca düşünmüyorum biliyorum ve yaşıyorum dedim.


Hala anlaşılamamış çocukluk günlerini, sevindirici birşey söylediklerinde anlamayıp kırdığımız anne babaları, o kadar çok, derin ve ağır değişmelerle garip,tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını, sessiz ve kapalı odalarda geçen günleri,deniz kıyısındaki sabahları, denizi, denizleri,yukarılarda çağıldayan yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini düşünebilmeli diyor adam...
Kapalı, sessiz odalarda, çocukluğumla başbaşa bir baba veya deniz anısıyla yapayalnız derinlerde, hastalıklar eşiğinde yıldızları seyrederken,hiçbir zaman çıkamayacağım yolculukları düşlerim ben dedim...


Bunlarda yetmez. Anılar da olmalı; birbirine benzemeyen birçok sevda gecesinden,içlerine kapanık,hafif solgun uyuyan kadınlardan gelme anılar.
Hele sonra ölenlerin yanında bulunmalı insan; ölülerin baş ucunda oturmalı diyor adam.
Benim sonları hep aynı olan yalnızlık dolu sevda gecelerim var. Sonunda yalnızca gözyaşlarımın miktarı birbirine benzemeyen.Bir ölünün baş ucunda oturmadım hiç ama  ölüler her gece başucumda oturuyorlar soğuk yüzleriyle dedim.


Bunlarda yetmez diyor adam.Çokça anılar gerek...
Onları unutabilmeli, sonra dönüp gelmelerini beklemeli sabırla.
Çünkü anılar bitmez.Onlar ancak içimizde kan,bizde bakış ve davranış oldukları,isimsizleştikleri zaman, ,işte o zaman, çok seyrek bir saatte, bir mısranın ilk kelimesi, anıların arasından,anılardan çıkıverir...
Benim hiç anım yok... Biriktirmemeye özen gösteriyorum artık. 
Belki aynı şeyden bahsediyoruz diyorum adama.İsimsizleştiriyor muyum yani anılarımı? Ne yaparsam yapayım seyrek saatlerden söz edemiyorum.
Anı biriktirdiğim her an gitmiyor zihnimden unutma yetim yok benim ve nasıl hayatta kalabildiğime şaşıyorum. Anlamıyor musun adam o her yerde işte dedim.


Anılara sonuna kadar sadığım,insanlara hiçbir zaman öyle olmayacağım diyor adam. Anılarım da bile insanları istemiyorum dedim.



Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol diyor adam.
Soruların kendisini sevmeye çalış.Kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi,cevapları şimdi arama,şu anda cevaplar sana verilemez;çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın.Bu,her şeyi yaşama meselesidir.
Şu anda,senin soruyu yaşaman gerekiyor.Belki daha ilerde,farkına bile varmadan,günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın...
Haklısın adam haklısın işte! Lakin biliyorum henüz çok küçüğüm...Sözcüklerin altında eziliyorum.Cevapları çok merak ediyorum ve sabrı öğrenemiyorum dedim.


Görmeyi öğreniyorum diyor adam.Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor.Her zamankinden daha derinlere.
Bir iç dünyam varmışta bilmezmişim.Herşey şimdi oraya gidiyor.
Orada neler olup bittiğini bilmiyorum diyor.

Bilmem söyledim mi görmeyi öğreniyorum diyor adam  ve ben. 
Evet başlıyorum.Henüz beceremiyorum.Ama elden geldiğince zamandan yararlanmak istiyoru(z)m.
Birçok insan yüzü varmış da hiç farkına varamamışım.
Bir sürü insan var,fakat yüzler daha fazla; çünkü her insanın yüzü birkaç tane.Aynı yüzü yıllar yılı taşıyanlar var.tabi eskir bu yüz kirlenir diyor adam.
Bense daha önce söylemiştim zaten insanın yüzü eskir yüzüm eskidi diye...



Kim olduğumu ne bilirlerdi...Korkunç zordu beni sevmek ; ve ben,
buna yalnız biri'nin gücü yeteceğini seziyordum.ama, o, biri,  istemiyordu henüz diyor adam.
Beni sevmek ne kadar zor olabilirdi ki dedim bende. Ne zaman gelecek yalnız adam, içlerinden yalnız bir(i) adam çıkmaz mı? ve kimin yanında yalnızlığım mutlu olacak Rilke?


Size yabanci bir biçimde yaşamalarını sevin insanların diyor adam. 
İnsanlara yabanci bir biçimde yasayisinizi sevin. 
Aranizda öyle bir ortaklık olsun ki, siz zamanla
sürekli değişseniz de, onun ille de değismesi gerekmesin. 
O zamanla değişse de, sizin ille de degismeniz gerekmesin.
Haklısın Rilke haklısın işte...!
Hem başkalarını değiştiğimi söyleyip dursam ne olacak ki? 
Değişiyorsam,eski halimle kalmıyorum demektir.
Eski ben olmadığım içinde belli ki beni tanıyanlar kalmamıştır.
Yabancılara yani beni tanımayanlara yazmanın ne anlamı var ki öyle değil mi Rilke?

Yirmili yaşlarımın başlarında bu türden yazılar okuduğum zaman altında ezilirdim.Birbirine zıt metinler bile okusam, ikisinide haklı bulur, bu kez ikisinin altında ezilirdim.Rezil bir dönemdi diyor adam.
Katılıyorum Rilke dedim çok rezil bir dönem...Şuan yaşamış olmanın verimiyle yazmıyorum.Yalnızca duygularım var.Ama bana sorarsan gençken yazılan mısranın değeri nedir ki diye...Anlatamam Rilke büyümek gibi bir şey...



Yorumlar

  1. Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol diyor adam.
    Soruların kendisini sevmeye çalış.Kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi,cevapları şimdi arama,şu anda cevaplar sana verilemez;çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın.Bu,her şeyi yaşama meselesidir.
    Şu anda,senin soruyu yaşaman gerekiyor.Belki daha ilerde,farkına bile varmadan,günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın...
    işte aradığım da buydu:D

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşlarımızın Tadı Aynı...

  İki kadın ağlıyor şimdi kuytu köşelerinde benliklerinin..Aslında hep ağlayan iki kadın kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman içten içe.hep yanarak hep eksiklerle.Aynı bedende dokuz ay yaşamıış iki kadın...Biri gerçekten eksik diğeri eksik olmadığı halde bosluklar yaratıp eksik olma çabasında.   Ağlıyorlar çünkü sarılamıyorlar birbirlerine bir sarılsalar şöyle eskisi gibi, hani o ilk karşılaşmalarındaki gibi hafifleyecek acıları merhem olacaklar birbirlerine...   Sadece susuyorlar yada sözcüklerini yalnızca birbirlerini incitecek cümlelerde kullanıyorlar...Nasıl da benziyorlar bir o kadar da uçurum var aralarında...   Biri gerçekten sevmiş,sevilmiş,yolunun yarısına gelmişken kaybetmiş,biri herşeyin başında pes etmiş yazık...ne sevmeye gücü var nede sevilmeye ömrü yetecek.   Acıları aynı aslında çok değer vermek insanlara,canından parçalarına ama sonunda hep kaybetmek,hiçbir karşılık görememek onca fedakarlığa...   Öylece izl...

O Kadının Bir Kalbi Vardı

  Yüzünde ilk kez gülen gözler taşıyordu kadın. Tebessümü kahkahalara dönüşmeye can atıyordu. Gökyüzünde parlayan nesneler keşfetti. Baktı şöyle ne kadar da büyüktü sonsuzluk. İlk kez dar gelmedi ona dünya. Yorgun, eski, usamış ve soğuk şehrine baktı, sevkatle sarıldı sıkı sıkı. Gitmek istemiyordu artık onu yüzüstü bırakıp. Üzgün ve mutlu insanların nefesleri karışmıştı havaya hepsini içine çekti. Acılarına ortak oldu,içindeki huzurdan ve sevgiden bir nefes hazırlayıp bıraktı boşluğa, yerini bulurdu elbet umutsuz olanların yüreğinde.   Büyük bir savaş içindeydi kadın.  Belki de bu hiç olmamalıydı dediği zamanlarda çıkıp ona bir şeyler anlatmaya çalışan ve ne yazık ki hiç bir zaman başarılı olamayan insanlarla paylaştığı bir savaş… Gönderdiği mektupların içinde saklardı duygularını. Bir çocuğun umuduna sahipti kadın ve hiç kimselere yazdığı mektuplarda saklardı kendini.. Elbet bir gün geçecekti öyle değil mi insan kendine ümit vermeliydi çünkü insanın ken...

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …