Ana içeriğe atla

Olsun...!

Sendendir yalnızlığım, varlığım sana dönüşmüş
Seslerin içinde bir an doğarsın;
Uçup giden kokularda bir an varsın.
Ah hepsini kollarımda yitirdim,
Bir sen doğmaktasın tekrar, yeni:
Hiç tutmadım o yüzden tutmaktayım seni...
Hayır hayır mutluluktan söz etmiyorum ! 
Hayatıma öyle yada böyle bir yol çizdim.
Kendimi istesem de istemesem de o yola ittim de; dünyanın herhangi bir yerinde ıssız ama bahçesinde çocuk sesleri, (pembe panjurlu olması şart değil) balkonunda menekşeler dizili bir evim olsaydı, içinde bir koltuğum ve kırmızı bir defterim olsaydı belki de yazar olurdum. Yazar dururdum.
Çok şey yazardım, çok şey gelirdi aklıma. Mutlu bir yazar olurdum.
Acı eşiği yüksek ama mutlu bir yazar... Tam da olmak istediğim gibi... Olsun!


Şimdilerde unuttuğum,geride bıraktığım bir heyecanın yeniden yaşamıma girip beni allak bullak etmesinden tedirginim.
Sırf bu yüzden belki, bir evcil hayvan,bir saksı çiçeği alamıyorum kendime. Olsun!


Sevemiyorum... Kendini iyileştirme döneminde ki çekingen bir hasta gibi genel ve anonim hissediyorum. Bir yerlerde çamur yiyen çocukları düşündükçe, bir şehirde donarak ölen bir dilenci aklıma gelince yaşamayı bile sevemiyorum. Kimseyi sevilmek durumuna,o korkunç duruma düşürmemek için asla sevmemeye ne çok karar veriyorum. 
Sevilenlerin hayatı perişandır ve tehlikelidir.Keşke onlarda kendilerini aşıp sevenler olsalardı.
Bu kararın imkansızlığının farkındayım.Çünkü tekrar tekrar seviyorum bir adamı,bir şairi...
Her seferinde bütün varlığımla,harcayarak kimi zaman karşımdakinin özgürlüğünü,dile getiremeyeceğim korkularla seviyorum da;
uçup giden kokularda var oluyorlar sadece.
"Sevilmek fani, sevmek bakidir" diyor yazar.
Hepsi bir...Olsun!


Tek düze bir hayata alışmaya, herşeyi olduğu gibi kabullenmeye,uzaklarda bıraktığım umutların asla gerçekleşmeyeceğine inanmaya çalışıyorum ve yolculuk biletlerini saklamıyorum artık, çiçekler kurutmuyorum defter aralarında. Olsun!


Samimiyetsiz insanlara,duygusuz adamlara ısınmaya çalışıyorum da hala canım çokça yanarken onca hayatı sevmeyi başaramıyorum.
Kuytu köşelerde bıraktım duygularımı.Yaktım bütün tutkuları da hala gözlerime akan ışığın karanlığını aydınlatamıyorum . 
Katılıp sürüklendiğim toplumun izinde yavaşça yürüyorum. Olsun!



Bir de umutla uyanmaktan korkuyorum. Kötü düşlerle dolmuş yarı uyanık zihnimin umut dolu şeyler düşlemesinden korkuyorum, çünkü biliyorum o sabahtan sonra gelecek hüzün, mutsuzluk, acı, ya da her neyse kötü olan o şeyler ,güzel şeylerin içine işleyiverecek, beyaz kağıda düşen bir mürekkep lekesi gibi, bir anda her şeyi kirletecek. 
O suratımdaki aptal gülümseme bir anda kaybolacak biliyorum.
Düşlediğim bir sarılışın  mutluluğu, ardından gelen kara gecelerin yanında solup gidecek.


Biliyorum bilmesine de bu bir alışkanlık işte.
Hayatının kısacık ama o çok uzun gelen yıllarını bu şekilde geçiren,yani  her gece yeni bir şeyle yüzleşip,her sabah o surat ifadesiyle aynaya bakan, herkes  bilebilir olacakları. 
(bu kısımda kendimi tekrarlasam da)
Mesela; kapalısınızdır artık dış dünyaya, aşka dair kaygılar taşımazsınız  ama biri gelir ansızın sizi başka diyarlara götürmeye kalkar. Bulutların üstüne çıkarmaya çalışır o zaman allak bullak olursunuz, 
çünkü asla anlayamazsınız sizi 'neden sevdiğini' , elinizi ne zaman bırakacağını, bu yüzden kendinizi ona bırakmayı seçersiniz.
Zaman geçer aniden bırakıverir elinizi. Söylemesini umabileceğiniz bir bahanesi olmaksızın hemde...
İşte o zaman kim bilir kaçıncıya anlarsınız bulutların tepesinden betona çakılıvermek nasıl bir şeydir.
Sizi kandırmaya çalışanların gülümseyişlerini kim bilir kaçıncıya tanırsınız ama yine de dayanamazsınız. Ağlamadan duramazsınız. 
Bu gülünç halinize bakıp bakıp ağlarsınız...
Bağışlamak mı? Neyi bağışlamak? Çekip gitmek mi? Nereye gitmek? Acımak mı? Kime acımak ? bu işin yolu...!
Kocaman bir aptal olan kendinizi bağışlamak yerine onu bağışlarsınız.
Çekip gitmek yerine yalnızca dönüp gelirsiniz aynı duygulara...
Aşkı sonuna kadar başarmaya hazır olan kendinize acırsınız karşınızda ki zavallı yerine...
Tamam bile bile lades deriz.Kocaman bir aptal olarak ama dokunur insana her terkediliş.
Peki kim tasvir edebilir bu yıkımı? 
Ayrılık sonraları yaşanılan günlerin uzunluğunu, yaşamın kısalığıyla uzlaştırmaya çalışmaya hangi şairin gücü yetebilir? 
Zayıf kişilikli insanlardan kaçına dokunur hikayeniz?
Yarınsız olarak uyanan onca aşığın kaybolmuş anlamlarını kim geri getirebilir?
Hayatını süprüntüler arasında devam ettirmeye çalışan, 'ölmeyeceğim' diye kendine yüzlerce kez söz veren ama kendisine kötü anılar yaşatan o sevgiliye inat, dünya da yer edinmeyi bırak, sevgilinin kalbinde bile yer edinememenin çaresizliğiyle çekip gidenleri geri getirmeye yetebilir mi terk edenlerin gücü?
Bunları düşününce bunca yıllık öfke birikiyor göğsümde.Bütün insanlığın öfkesi...Benimle aynı acıları paylaşmayan veya haksızlık ettiğim insanlardan özür dilemiyorum.

Bu yüzden
(bu kısımda kendimle çelişsem de)

Artık korkmuyorum herhangi birinin daha beni sevmeyeceğinden.
Beni istemeyeceğinden ve red edeceğinden.Hiç önemli değil.Senaryo belli.
İncitilmek,kırılmak, hiç yerine konulmak,zarar görmek, hiç beklemediğim anlarda darbe almak sırtımdan, hazırlıksız olduğum şeyler değil. 
Mesela bir köşe başında, gözleri yüzünden yüz gün uyumadığım gözleri görüyorum. Bana yabancı bakıyor. Bir sokakta bir zamanlar elini sıkı sıkı tuttuğum bir el, başka bir eli tutmuş geçip gidiyor ...Hepsi bir işte...OLSUN!


Hiç yaşanmamış hayatımın sırrı önüme serildikçe büyümekten başka çarem olmadığını anlıyorum. Çocuk kaldıkça çok yabancı bir şey oluyorum kendime çünkü.
O ürkütücü başkalaşımdan korksam da kalbimin yumuşaklığına katlanamıyorum."Ben çocukluğuma 50 yıldır çocuğum gibi baktım" diyor şair.
Bunu düşünürken çocuk olmanın,her şeye rağmen hala çocuk kalabilmenin lanetlenmişliğini hissediyorum iliklerime kadar...
Herşeyi en baştan düzeltme niyetindeyim.Fakat alem bu çabamı her zaman ki soğukluklarıyla karşılıyor. Başkalaşımımı fark eden tek bir kişi bile olmuyor. Kolayca kandırılabileceğimi düşünüyor hala alem.Kolayca elimi tutmaya yelteniyor kimileri.Bunun nedeni bende özlü bir şeylerin eksikliğinden mi kaynaklanıyordu yani? Hayır sanırım kalbimin yumuşak oluşuna aldanıyorlar. 
Çocuk kaldığım günlerde bende kolay kolay bulunmayacak bir şeyler var şimdi.Bunu adlandırmakta  güçlük çeksem de. Büyümek diyorum.



Şunu biliyorum yalnızca; 
ne o, ne bu, ne şu ne de bir başkası hiç kimse ama hiç kimse beni kendi yaşamımı yaşamaktan, 
kendi acılarımı çekmekten,
kararlar verip yanılmaktan,
kendi hayatımı kirletmekten, 
kendi günahlarımın yükünü yüklenmekten,
kendi yolumu bulmaktan alıkoymayacak ...
Yürüdüğüm yolda ne kadar ilerlediğimi benden başka kimse anlamayacak...
OLSUN...!



Olsun demekte zor artık
Çocuk düşlerimiz yok artık...





Yorumlar

  1. Yürümeye devam, biraz orda biraz burda molalarla belki. Belki biraz acı , biraz hüzün, çokça mutlulukla. Büyürken, büyütemeden içindeki çocuğu, çokça sevmek belki. Belki de yarı yolda her şeyi sil baştan yapıp tutuşuvermek el ele biriyle sonunu düşünmeden.
    Kime ne !!!

    :)) Kusura bakma , öylesine geliverdi içimden.
    Kalemine sağlık..Yine güzeldi. Ben yine beğendim.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel sözcükler bunlar Füsun Hanım...Ne kadar umut dolu sözcükler...Büyürken büyütemeden içimizdeki çocuğu ah nasıl da zor! Sizinde yüreğinize sağlık.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Küçük bir balığın kocamaaan denizlerde , özgürce yüzmesini sağlayan tek şey yüzgeçleri değil...
    Cesaretidir.
    Azıcık cesaret unutulmayacak aşklar yaratır

    YanıtlaSil
  4. ne kadar da güzel bir blogun var. birkaç yazını okudum henüz ama hepsi başarılıya benziyor. özellikle yazma sevdanı anlattığın yazını kendime yakın buldum. ben de aynı konudan bahsetmişim farkında olmadan.

    takipteyim:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

La fille sur le pont

    "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır." Size bir film anlataca ğ ım. Hakkında saatlerce konu ş ulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.    Fransız filmleriyle ilk tanı ş mam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı de ğ er Amélie sayesinde olmu ş tu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain D elon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim.  O dura ğ an halleri,  Fransızcanın  insanı alıp götürmesi,  mutlu  son, e ğ lendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar ta ş ımaması,abartıdan uzak yalın  senaryolar  ve oyunculuklarda eklenince en sevdi ğ im filmleri yapan millet olup çıktılar.   İş te  s enaryosunu Serge Frydman ’in yazdığı,  yönetmenli ğ ini  Patrice Leconte ’nin yaptı ğ ı, 1999 yapımlı,  Vanessa Paradis( Adele)  ve  Daniel Auteuil (Gabor)  isimli fransiz oyuncular...

Kuş Koysunlar Yoluna

"Öyle  güzelsin  ki  ku ş  koysunlar  yoluna" Bir  karga  bir  kediyi  öldüresiye  bir  oyuna  davet  ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir   ş eyden kaçıyorum bir   ş eyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerle ş emiyorum, kendimi bir yer  edinemiyorum,  kendime bir  yer... Kafatasımın içini,  bir  küçük  huzur  adına  aynalarla kaplattım, ölü ben’im  kendini  izlesin  her yandan,  o  tuhaf  sır  içinden! Pani ğ ini  kukla yapmı ş  hasta  bir  çocu ğ um  ben. Oyunca ğ ı  panik  olan  sayın yalnızlık  kendi  kendine nasıl da e ğ lenir. Niye izin vermiyorsun yoluna ku ş konmasına niye  izin  vermiyorum  yoluma  ku ş  konmasına niye  kimseler  izin  vermez  yollarıma  ku ş  konmasına? "Öyle güz...