Ana içeriğe atla

La fille sur le pont

   "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır."

Size bir film anlatacağım.
Hakkında saatlerce konuşulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.
   Fransız filmleriyle ilk tanışmam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı değer Amélie sayesinde olmuştu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain Delon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim. O durağan halleri, Fransızcanın insanı alıp götürmesi, mutlu son, eğlendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar taşımaması,abartıdan uzak yalın senaryolar ve oyunculuklarda eklenince en sevdiğim filmleri yapan millet olup çıktılar.

  İşte  senaryosunu Serge Frydman’in yazdığı, yönetmenliğini Patrice Leconte’nin yaptığı, 1999 yapımlı, Vanessa Paradis( Adele) ve Daniel Auteuil (Gabor) isimli fransiz oyuncuların başrollerini paylaşğı, türkçe çevirisiyle; "Köprüdeki Kız" filmi en sevdiğim filmler içinden tam tamına olmuş olanı…
Bir şans hikayesi bu.
Bir tesadüf hikayesi.
Tutkunun beyaz perdeye tam anlamıyla yansımış hali.
  Bu kadar tesadüf, bu kadar şans, bu kadar tutku belkide hiçbir aşk filminde, başka durumlar üzerinden bu kadar güzel anlatılmamıştır.
Bacağı kafasında piyano çalan adamlar, ezberci aristokrat cüceler, köprülerde sinsice avlanan bıçak atıcısı,
yaşamının akışına hiçbir şekilde egemen olamamış genç kız, aşk ve şans, aşk ve güvenmek, aşk ve inanmak arasındaki dokunaklı ilişkiler...

  Yönetmen Leconte filmle ilgili yazısında; filmi yazarken öncelikle filmin baş karakterlerinin belli olduğunu, sonrasında filmi adeta bu ikisinin yani intihar eğilimli kızla, geçkin bıçak atıcısının yazdığını belirtir. Filmin siyah beyaz olmasını bir önceki filminde çok renk kullandığına bağlamıştır ve ekler: 'Ah bir bilseniz bu filmi ne kadar sevdiğimi'...
  Kıyıda köşede, kitapların tozlu sayfalari arasında, kilitli çekmecelerde aslında hiç kimsenin bir türlü ulaşamadığı şansı arayıp durduğunuz zamanlarda, sıradan bir günde yani bir film çıkıverir karşınıza, hiçbir fikriniz olmadan izlemeye başlarsınız. 
  "eğer bir sinek olsaydım, şansım olan adamın küp şekere bürünmüş hayalinin üstüne konardım."

Film Adele'nin donuk bakışlarıyla ve bütün içtenliğiyle, hayatını kaba taslak ama bir o kadar dokunaklı cümlelerle anlattığı sahne ile başlar. Sahiden mutsuz ve intiharı düşünen genç bir kızın hayatını,duygularını öyle iyi tasvir eder ki; filmi defalarca durdurup not almak zorunda kalırsınız. 
"Daha önce yaptığım hatalardan ders almam gerekirdi. Yapamadım. Hiçbir zaman belli bir amaca hizmet edemedim. Hiçbir zaman mutlu olamadım. Gerçek mutluluğu hiçbir zaman yakalayamadım." der. Bu cümlesinin nedenlerini öyle masumca açıklar ki...
"Şansızlık izah edilemez. Bu sanki müzik kulağı olmak gibidir. vardır ya da yoktur." gibi.
Hayatta sadece bazı insanların mutlu olmak için doğduğuna inanan, hayatının her günü kandırıldığını düşünen, duyduğu her söze inanan, gidecek hiç bir yeri olmadan öylece duran, hayatında hiçbir başarı elde edememiş, kötü şans dışında sahip olduğu hiçbir şey olmayan, her zaman aşkı aramış ve bir türlü bulamamış, dokunduğu ne varsa ufalanmış, kendini; " Şu kıvrımlı, yapışkan sinek kağıtlarını bilir misiniz? Onlar gibiyim. Çevremdeki tüm pislikleri üzerime topluyorum" cümlesiyle ifade eden, hayatının henüz başlarındayken sona yaklaşan bir genç kızdır Adele. "Hayattan ne bekliyorsun Adele?" sorusunu bütün kırılganlığıyla, gözyaşları içinde; "Bana bir şey olmasını bekliyorum" diye yanıtlar.
  Sonra Adele'nin perdedeki görüntüsü yapılan bir kesmeyle bizi gece karanlığında Paris'e götürür.

  Bütün geçerli sebepleriyle kendini Seine nehrinin sularına bırakmak üzeredir Adele. Yakınlarda bir yerde bulunan Gabor onu atlamaması için ikna etmeye çalışır. Çünkü  Gabor intihara yeltenen genç kadınlara bir iş teklifi yapmakta ve vazgeçirebildikleriyle beraber çalışmaktadır. Çeşitli sirklerde hedef tahtasına bağladığı genç kadınlara bıçak fırlatarak geçimini sağlar ve bu tür köprüler yeni 'hedef tahtası' adaylarını bulması için en iyi mekanlardır. Gabor'un ikna çabaları yetersiz kalır ve Adele kendini sulara bırakır. 
Ardından artık ellerinin titrediği kendine bile itiraf edemeyen ve insanları şanslı olduklarına inandıran bıçak ustası da onunla beraber suya dalar ve tesadüfler zinciriyle dolu tutkulu hikayeleri başlar. 
Sonra birlikte geçirdikleri tutkulu zamanlardan ve trajik ayrılıklardan sonra birbirlerine Galata Köprüsünde  sarılmalarıyla ( öpüşmeleriyle demiyorum çünkü film boyunca öpüşmezler) ile son bulur. Yanlış duymadınız filmin bir bölümü İstanbul'da çekilmiştir.
  Gabor o güne kadar kendisine hedef görevini yapan kadınların hiçbirisiyle birlikte olmamıştır.
  Buna kaşılık Adele ise yoluna çıkan potansiyel sevgili adaylarının hiçbirisine hayır dememiştir. 
  İki insanın birbirine hiç dokunmadan nasıl tarifsiz bir aşk yaşadığını, birbirlerinden uzaktayken bile telepati yoluyla nasıl anlaşabildiklerini, gösterilerde Gabor'un Adele'e bıçak atmasıyla korku ve heyecanın eşliğinde nasıl cinselliği ve tutkuyu yakalayabildiklerini film boyunca çok çarpıcı sahnelerle görürsünüz ve en önemlisi hissedersiniz. 
Aşkın keskin bıçaklarının sizi sıyırarak geçmesinin; doğru vücuda,doğru ruha ve güvene bağlı olduğunu aksi takdirde uçarak gelen bıçakların ciddi şekilde yaralayabileceğini,kırabileceğini öğretir. Gabor'un terk ettiği kadınlardan biri ile sirkte karşılaşması filmin güzel sahnelerinden bir tanesidir. Kadının seneler boyunca onu aradığını, sokakta ona benzeyen her insanı çevirip hayal kırıklığını  bir kat daha arttırdığını anlatmasının ardından, Gabor'un İstanbul sokaklarında Adele'e benzeyen bir kadının peşinden koşması;  insanların diğer insanlara yaşattıklarını kendi adlarına bizzat yaşadıklarını gösterir inceden.
La fille sur le pont; film müzikleri yayınlanmamış ancak en çok aranan filmlerden biridir.
Marianne Faithfull'dan "who will take my dreams away", Brenda Lee' den "im sorry" gibi çok dokunaklı şarkılar duyarsınız. soundtrackinde ki "hicaz oyun havası"nda da Burhan Öçal'ın katkısı vardır. 

Benim yıllardır en sevdiğim filmler arasındadır bu film. Her izlediğimde farklı duygulara bürünerek, her seferinde en sevdiklerim arasında yerini daha da sağlamlaştırarak...
Ne zaman şans konusunda umutsuzluğuna düşsem,hata yapmak üzereyken yolumdan döndüren kimse olmadığında, aşka inancımı kaybetmeye başladığım zamanlar, kimi zaman farkında bile olmadan, Marianne Faithful eşliğinde soluğu bu hikayede alırım.
"Hayatını hiç düşünmeden birine teslim edebilmektir aşk" diye fısıldar. 
"Terk edilmeyi bile göze almaktır" diye vurur 
ama en güzeli kağıt paranın ikiye ayrıldığında değerini kaybetmesi örneğidir: 
"banknotun iki parçası gibi, ayrıyken kendini işe yaramaz hissedeceğin kadar, birbirini tamamlamaktır aşk. "
Gitmesine de kalmasına da dayanamayacağın, bir yandan omzuna yatıp hüngür hüngür ağlayabilmeyi bile yanına kâr sayarken, bir yandan da kimselerle paylaşamayacağın,  
'öyle uzaksın ki üflesem soğuyacaksın sarılsam okyanus' kıvamında ki sevgiliye ithaf etmek için birebirdir bu film.
Böylesi bir aşkı yaşamayanlara ise oturup; 
köprü
nehir
adéle
gabor
bıçak
sızı
iz...  eşliğinde filme ağlamak düşer...

Yorumlar

  1. La fille sur le pont posteri ararken buldum bloğunu. Ondan sonra nerdeyse tüm yazılarını okudum. Kalanları da okumaya devam edeceğim. Çarpıldım yazılarına. Aslında sormak istiyorum yazarmısınız siz yoksa sadece blog mu yazıyorsunuz?

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuz için teşekkürler. Sorunuza gelince; ben yalnızca kendimce blog yazıyorum.Yazar sıfatına nail olabilmek için daha çok fırın ekmek lazım. Yinede bu ince sorunuzdan dolayı teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba Kırmızı Balık.

    Kalemine, yüreğine sağlık.

    Filmle ilgili yazımda -tabii ki buraya link vererek- senden 3 cümle alıntı yapmak istiyorum (ne zaman şans, kelimelerinden itibaren), müsaade var mı?

    Kolaylıklar dilerim, sevgiler...

    Tamer Baran

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşlarımızın Tadı Aynı...

  İki kadın ağlıyor şimdi kuytu köşelerinde benliklerinin..Aslında hep ağlayan iki kadın kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman içten içe.hep yanarak hep eksiklerle.Aynı bedende dokuz ay yaşamıış iki kadın...Biri gerçekten eksik diğeri eksik olmadığı halde bosluklar yaratıp eksik olma çabasında.   Ağlıyorlar çünkü sarılamıyorlar birbirlerine bir sarılsalar şöyle eskisi gibi, hani o ilk karşılaşmalarındaki gibi hafifleyecek acıları merhem olacaklar birbirlerine...   Sadece susuyorlar yada sözcüklerini yalnızca birbirlerini incitecek cümlelerde kullanıyorlar...Nasıl da benziyorlar bir o kadar da uçurum var aralarında...   Biri gerçekten sevmiş,sevilmiş,yolunun yarısına gelmişken kaybetmiş,biri herşeyin başında pes etmiş yazık...ne sevmeye gücü var nede sevilmeye ömrü yetecek.   Acıları aynı aslında çok değer vermek insanlara,canından parçalarına ama sonunda hep kaybetmek,hiçbir karşılık görememek onca fedakarlığa...   Öylece izl...

O Kadının Bir Kalbi Vardı

  Yüzünde ilk kez gülen gözler taşıyordu kadın. Tebessümü kahkahalara dönüşmeye can atıyordu. Gökyüzünde parlayan nesneler keşfetti. Baktı şöyle ne kadar da büyüktü sonsuzluk. İlk kez dar gelmedi ona dünya. Yorgun, eski, usamış ve soğuk şehrine baktı, sevkatle sarıldı sıkı sıkı. Gitmek istemiyordu artık onu yüzüstü bırakıp. Üzgün ve mutlu insanların nefesleri karışmıştı havaya hepsini içine çekti. Acılarına ortak oldu,içindeki huzurdan ve sevgiden bir nefes hazırlayıp bıraktı boşluğa, yerini bulurdu elbet umutsuz olanların yüreğinde.   Büyük bir savaş içindeydi kadın.  Belki de bu hiç olmamalıydı dediği zamanlarda çıkıp ona bir şeyler anlatmaya çalışan ve ne yazık ki hiç bir zaman başarılı olamayan insanlarla paylaştığı bir savaş… Gönderdiği mektupların içinde saklardı duygularını. Bir çocuğun umuduna sahipti kadın ve hiç kimselere yazdığı mektuplarda saklardı kendini.. Elbet bir gün geçecekti öyle değil mi insan kendine ümit vermeliydi çünkü insanın ken...

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …