Ana içeriğe atla

Tiffany'de Bu Kaçıncı Cumartesi Sabahı

Bazı  cumartesi günü filmlerim vardır benim.
Bugün ne yapsam da mutlu olsam sorumun cevabı gibi.

Sanki iyi bir hafta sonu geçiriyormuşum hissi veren
Dışarıda olmanın,odamda huzur ve kahve eşliğinde film izlemekten asla daha iyi bir tercih olmadığını gösteren 
Ve tabi ki genelde happy ending movies…
Ne zaman isimsiz hissetmeye başlasam kendimi, 
Ne zaman içimdeki uzaklar düşü çıkıp gelse
Ne zaman korkmaya başlasam bir şeylerden 
ve içimde ki hüzün yüklü yaşama iradesi ağırlaşsa
Koşarak gelirler bana…
"Şu kedi gibiyim,  isimsiz bir serseri. 
Biz kimseye ait değiliz, kimse bize ait değil. 
Birbirimize bile ait değiliz." 
(Holly Golightly)
O cumartesilere yakışan en güzel filmlerden biridir Breakfast at Tiffany's.
Bilmem kaçıncı cumartesi çıktı geldi işte aklıma. 
Bir an önce geçmesini istediğim günler, kötü geçer genelde ama bu filmi izleyerek başlanan hiç bir hafta sonu kötü olamaz.
Gerçekten yorgun ve huzurla hüznün karışık olduğu zamanlara tek başına izlemek en güzel ilaç olur. Kültleşmiş filmlerin genel özellikleri bu galiba, kaç kere izlersen izle her seferinde iyileştiriyor insanı.
Audrey Hepburn'un o muazzam güzelliği,duruşu, gözleri,sigara içişi,gözlükleri,kıyafetleri,şımarıklığı...George Peppard'ın karizması...O sarı kedinin inanılmaz tatlılığı bile yeterli oluyor tekrar tekrar izlemek için.

  Truman Capote'nin o sıcacık kitabından uyarlanan film, dönemin New York'u ve orada var olmaya çalışan ama yinede hep kenarda köşede kalmış insanları anlatıyor.

Zengin erkeklerin peşinde(aslında kendini hiç bulamamış) bir kadın ki kadınların en güzeli ve isimsiz o şapsal kedisi. En son romanın üzerinden çok fazla zaman geçmiş,yazamaz olmuş,(yazmak için tek bir heyecanı kalmamış) yaşamını tatil moduna almış,umursamaz  bir yazar ki yazarların en yakışıklısı...

Dünyanın en sevimli partisi, çok masumca yapılan bir hırsızlık,ele avuca sığmayan, her konuda cesur olan ama bir insana ait olmaktan korkan, hiç ait olamamış,yaşadığı evi geçici barınak olarak kullanan vahşi bir kadın, umursamaz aşıklar arasında en umursamazına aşık olmuş olan adam var bu filmde. 
Bir şehir var, mücevher dükkanı var,kütüphane var, kendi içimize doğru yol almamızı sağlayan yollar var...

 Henüz görmediğim çok dünya var evet.
Çok fazla şehir, çok fazla anı...
Ama bunun için gezginci olmama ve yüzlerce seyahate gerek yok.
Yalnızca porselen fincandan yudumladığım bir kahve eşliğinde bir sabah öyle uzaklara gidiyorum ki bazen ve Tiffany'de olmama gerek bile yok.
  Bir şarkı var...Güneş doğarken, bütün pencereleri sonuna kadar açıp dinliyorum ve eşliğinde, yağmur altında bir Avrupa kenti düşlüyorum. 
Tekrar tekrar aşık olmak istiyorum orada...
Her dinlediğimde bir gün birinin elimden tutup aya çıkartacağına inandığım,
Sonuza kadar mutlu olacağınıza, sevginin ve aşkın dünyada hakikaten var olduğuna,
aslında tüm insanların iğrenç ve kötü olmadığına,
hayatın bu gece ve daha nice geceler bitmediğine,
daima bir yarın'ın vardır dedirten ve sevildiğime inandıran…
Hiç bir şey için geç değildir diye bağıran şarkı...
Kendimi iki aşık arasında kalan ıslak kedi yerine koyuyorum.
Dünyanın en mutlu insanı oluyorum şu dört duvar arasında, bir kaç nota sayesinde, camdan esen tatlı rüzgar ile...
Ellerim uzaklarda ki bir ele uzanıyor...
Yakın oluyor bütün uzaklar ve daha da yakın olacak diyorum.
Usulca fısıldıyorum kendime sonra;
"Sen nereye gidersen  git ‘sen’ seninle olacaksın. Ne yana koşarsan koş, fark etmez. Sonunda bitiş çizgin yine kendinsin."
Ben kendimden yola çıkıp sonunda aşka vardığım yolculukları çok seviyorum.
Böylece beni huzursuz ve mutsuz eden her düşünceden uzaklaşıp, kendimi yarı baygın uykulara teslim ediyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşlarımızın Tadı Aynı...

  İki kadın ağlıyor şimdi kuytu köşelerinde benliklerinin..Aslında hep ağlayan iki kadın kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman içten içe.hep yanarak hep eksiklerle.Aynı bedende dokuz ay yaşamıış iki kadın...Biri gerçekten eksik diğeri eksik olmadığı halde bosluklar yaratıp eksik olma çabasında.   Ağlıyorlar çünkü sarılamıyorlar birbirlerine bir sarılsalar şöyle eskisi gibi, hani o ilk karşılaşmalarındaki gibi hafifleyecek acıları merhem olacaklar birbirlerine...   Sadece susuyorlar yada sözcüklerini yalnızca birbirlerini incitecek cümlelerde kullanıyorlar...Nasıl da benziyorlar bir o kadar da uçurum var aralarında...   Biri gerçekten sevmiş,sevilmiş,yolunun yarısına gelmişken kaybetmiş,biri herşeyin başında pes etmiş yazık...ne sevmeye gücü var nede sevilmeye ömrü yetecek.   Acıları aynı aslında çok değer vermek insanlara,canından parçalarına ama sonunda hep kaybetmek,hiçbir karşılık görememek onca fedakarlığa...   Öylece izl...

O Kadının Bir Kalbi Vardı

  Yüzünde ilk kez gülen gözler taşıyordu kadın. Tebessümü kahkahalara dönüşmeye can atıyordu. Gökyüzünde parlayan nesneler keşfetti. Baktı şöyle ne kadar da büyüktü sonsuzluk. İlk kez dar gelmedi ona dünya. Yorgun, eski, usamış ve soğuk şehrine baktı, sevkatle sarıldı sıkı sıkı. Gitmek istemiyordu artık onu yüzüstü bırakıp. Üzgün ve mutlu insanların nefesleri karışmıştı havaya hepsini içine çekti. Acılarına ortak oldu,içindeki huzurdan ve sevgiden bir nefes hazırlayıp bıraktı boşluğa, yerini bulurdu elbet umutsuz olanların yüreğinde.   Büyük bir savaş içindeydi kadın.  Belki de bu hiç olmamalıydı dediği zamanlarda çıkıp ona bir şeyler anlatmaya çalışan ve ne yazık ki hiç bir zaman başarılı olamayan insanlarla paylaştığı bir savaş… Gönderdiği mektupların içinde saklardı duygularını. Bir çocuğun umuduna sahipti kadın ve hiç kimselere yazdığı mektuplarda saklardı kendini.. Elbet bir gün geçecekti öyle değil mi insan kendine ümit vermeliydi çünkü insanın ken...

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …