Rahat
ve deliksiz uykular uyutmuyorum kendime.
Eskimiş masalları mıraldanıyorum.
Sözleri
çaresizlik dolu bir ninni hayal ediyorum.
Annemden küçükken ne kadar güzel bir çocuk olduğumu dinlerken uyuyakalıyorum.
Annemden küçükken ne kadar güzel bir çocuk olduğumu dinlerken uyuyakalıyorum.
Sonra yolculuklara geç kalınmış
sabahlara uyanıyorum.
Bir kül tablası
sigara içiyorum.
Aklım başımda ve sessiz oluyorum kimse uyanmasın diye.
Aynı evlerde vakit geçiriyorum hep, -geç
oldu gitsem iyi olur deyip kalkıyorum. Acemice rujlar sürüp nerede olduğunu unuttuğum yerlere gitmek
istiyorum da yine de aynı sokaklarda
yürüyorum.
İştahla yemek yiyemiyorum hala. Hep aynı.
Odamın duvarlarına astığım
resimler, kitaplığıma dizdiğim kitaplar.
Tüm gücümle ağlayışlarımın bile süresi
aynı hep.
Mevsimlerin
birbirleriyle yer değiştirmesi hiçte Vivaldi’nin dört mevsimi kadar huzur vermiyor artık.
Şu yaz mevsimi; öyle bir mevsim ki sigara
bile içilmiyor.
Şişman bulsam da kendimi, gece olunca çikolata yiyorum mutlu melodiler eşliğinde.
Pencereye yaslanıyorum. Hayır bu kez
düşmeyeceğim.
Sakin ol
diyorum kendime öylece duruyorum bu yüzden.
Anlamsız konuşmalara şahit oluyorum
durmadan.
Kafelerde zaman öldürüp kalkıyorum.
Bazı insanlar ölemiyor hiç
yaşamaya başlamadıklarından.
Yaşanılacak
bir dünya var sanıyor bazıları insanın kendi iç dünyası dışında.
Ben
sözcüklerle ve düşüncelerle yaşıyorum varsın olsun onlar ilişkilerle
yaşasınlar.
Yine de
diyorum iyi ki mutlu yaşanmış bir çocukluğum var.
Ellerim üşüdüğünde aklıma
çocukluğum geliyor .
Herşeyi anlıyorum da o öldü ve ben hiçbir şey anlamadım
onun ölümünden. Yalnızca evin
balkonundan bakarken aşağıda bir cenaze arabası hatırlıyorum ve onun
götürüldüğünü biliyorum.
Korkmuyorum da, yalnızca ağlıyorum.
Etrafımda bir grup
insan bana oyalacak bir şeyler buluyor o zamanlar kitaplar, filmler, gezmeler, kıyafetler ve para gibi...ve ben
hala başkalarının ölümünden bile birşey anlamıyorum oyalandıklarım yüzünden.
Kendi ölümümden bile...
Öyle bir
oyalanıyorum ki yetmiyor artık hiç bir şey. Doyumsuz olup çıkıyorum. Tüm
kentleri dolaştırıyorlar, en lezzetli
yemekler önüme geliyor, istediğim an
güzel görünebiliyorum, okumak istediğim ne varsa kütüphanemde, duymak istediğim her müzik
kulağımda, çok nadir yaşanabilen aşklardan kalbimde...
Yetmiyor yinede yetemiyor hiç bir şey.
Yaşam benim için günden güne anlamsız ve
yaşanmaz hale geldikçe, onlara da aynı şeyleri yaşatmaya başlıyorum.
Herkesi
yoruyorum. Herkes yoruluyor ama belli etmiyorlar.
Bense yorulmak
bilmiyorum.
En uzun geceleri yaşıyorum,
en erken sabahlarda uyanıyorum bazen yine de yetinemiyorum. Ne bir gülüş, ne bir anı tutabiliyorum
üzerimde.
Etrafımdakileri
umursuyormuş gibi yapamıyorum. Anın bana getirdiği ne varsa geri götürmesini
diliyorum bir bir.
Hep böyle
başlar umutsuz hikayeler zaten. “Artık
değişmelisin” , “Kendine gel yeter!” cümleleri duyuyorum sık sık.
Bildiklerimi
anlatmak istemiyorum onlara ve hayallerimi.
Şunu
söyleyebilirim belki ancak herkesin bildiği üzre; Yaşamda değişiklikler yapmak yıllar
sürebiliyor. Çünkü bunu yapabilmek için etrafındaki herkesi değiştirmen
gerekebiliyor. Onlara verdiğin değerde,
önemde, sevgide, saygıda değişiklikler yapmak zorunda kalıyorsun ve sonra
onları bırakmak...
Onlar seni bırakmadan onları bırakmak...
Değişebilmek
için, düzelebilmek için durmak gerekiyor.
Oysa onca yol yürüyüp bir an
durduğunda ve baktığında sağına soluna görüyorsun ki, başından veya bir noktada
sana katılmış olan kimse yok yanında; yanında sanarken sen. Afallıyorsun
epey.
Değişmek için durunca, “Buradayım ben “ demek için; onlar artık
yanında değil “Orada” oluyorlar.
İşte o
anlarda burada’nlarına sarılıyorsun sıkıca ve orada, onların arasında değişmiş
ve düzelmiş olmayı seçmek yerine, bilmezden gelerek yani aslında kimsenin yanında olmadığını,
yoluna devam ediyorsun...
Ne yol ama!
Bu yüzden
ben hala yerimde sallanıyorum, daha derine gömmeliler belki de beni.
Değişmekten
vazgeçtiğin andan sonra, kendi yolunda yürümek daha da zorlaşıyor.
Çünkü
yaşamının yanlızca senin yaşamın olduğunu ve bunun aynı şekilde onlar içinde
geçerli olduğunu anlatmaya çalışmak hiç kolay olmuyor.
Düğüm
düğüm oluyorum kimi zaman. Çözmeye çalışıyorum sonra gecelerce tek başıma.
İnsanlar
zaten ancak sen düğüm düğüm olduğunda fark ediyorlar.
Biraz da morarmış göz
altlarına baktıklarında ve işe yaramaz öğütleriyle çıkıp geliyorlar.
Oysa yaşamda kimse paylaşmıyor, paylaşamıyor
tutkularını, hayallerini, acılarını: onları hep yaşayıp, yaşayıp unutuyoruz
yanlız başımıza...
Ne büyük mücadele!
Ve
aslında ne kadar güçlü insanoğlu...
Hep gitmeye meraklı herkes ve kimse
döndüğünde bir ıslık çalmıyor ben geldim diye.
Kader deyip geçiyorlar da kavuşamamalara; kader değil hiç, hem neden karışsın ki Tanrı
bizim o çürümüş seni sevmiştimlerimize!
Bazen çok
yanlızım zaten ben. Bu yüzden başkalarını bile sevebiliyorum.
Hatta zamanım kısıtlı olmasa aşık bile
olacağım nerdeyse.
Ama uyuduğumda bir küvette ölü buluyorum kendimi genelde.
Bazen çok
gürültülü geçiyor şehrin ortasından trenler, pencereleri kapatıyorum.
Bu şehirden çok uçak
geçiyor, başım dönüyor.
Peki o döner mi? Sanmıyorum.
Yalanlarım çok sahici
geliyor bana, buna mecbur kalıyorum yaşadıklarım hep sahiden yalanlar oluyor
çünkü.
Başlayayım
yazmaya artık diyorum ama nerden başlamalı?
Ya da boşver diyorum kim yazacak
şimdi yaşamak varken.
Yaşadığını
yazamazsın zaten hiç, yaşadığın yazılmadan kalır, yazılmadan geçer hep.
Artık hep bir fütursuzca bütün eylemlerim.
Dudaklarımı kanata kanata
çıkıyor yeminler ağzımdan.
Kolay kolay kırılmayayım diye betona buladım
kendimi.
Yine kötü bir yaz geçirdik hep beraber.
Çocuklar öldü durmadan.
Çok
uzak değil artık bu gecelerin, sabahların sonu.
Baksana martıların çığlıklarına !
Ama biliyorum bu gemi batmadan terketmiş olacağım ben sizi.
Bağıran bir martının yemi olacağım
sonra onu sustururcasına...
Yorumlar
Yorum Gönder