Ana içeriğe atla

Hep Biraz Fütursuzca...



    Rahat ve deliksiz uykular uyutmuyorum kendime. 
   Eskimiş masalları mıraldanıyorum.
   Sözleri çaresizlik dolu bir ninni hayal ediyorum. 
Annemden küçükken ne kadar güzel bir çocuk olduğumu dinlerken  uyuyakalıyorum. 
Sonra  yolculuklara geç kalınmış sabahlara uyanıyorum. 
Bir kül tablası sigara içiyorum. 
Aklım başımda ve sessiz oluyorum kimse uyanmasın diye. 
Aynı  evlerde vakit geçiriyorum hep, -geç oldu gitsem iyi olur deyip kalkıyorum. Acemice rujlar sürüp  nerede olduğunu unuttuğum yerlere gitmek istiyorum da  yine de aynı sokaklarda yürüyorum. 
İştahla yemek yiyemiyorum hala. Hep aynı. 
Odamın duvarlarına astığım resimler, kitaplığıma dizdiğim kitaplar. 
Tüm gücümle ağlayışlarımın bile süresi aynı hep. 
Mevsimlerin birbirleriyle yer değiştirmesi hiçte Vivaldi’nin dört mevsimi  kadar huzur vermiyor artık. 
Şu yaz mevsimi; öyle bir mevsim ki sigara bile içilmiyor.
Şişman bulsam da kendimi, gece olunca çikolata yiyorum  mutlu melodiler eşliğinde.
Pencereye yaslanıyorum. Hayır bu kez düşmeyeceğim.
Sakin ol diyorum kendime öylece duruyorum bu yüzden. 
Anlamsız konuşmalara şahit oluyorum durmadan.
Kafelerde zaman öldürüp kalkıyorum.
Bazı insanlar ölemiyor hiç yaşamaya başlamadıklarından.   
Yaşanılacak bir dünya var sanıyor bazıları insanın kendi iç dünyası dışında. 
Ben sözcüklerle ve düşüncelerle yaşıyorum varsın olsun onlar ilişkilerle yaşasınlar. 

  Yine de diyorum iyi ki mutlu yaşanmış bir çocukluğum var. 
Ellerim üşüdüğünde aklıma çocukluğum geliyor . 
Herşeyi anlıyorum da o öldü ve ben hiçbir şey anlamadım onun ölümünden.  Yalnızca evin balkonundan bakarken aşağıda bir cenaze arabası hatırlıyorum ve onun götürüldüğünü biliyorum. 
Korkmuyorum da, yalnızca ağlıyorum. 
Etrafımda bir grup insan bana oyalacak bir şeyler buluyor o zamanlar kitaplar, filmler,  gezmeler, kıyafetler ve para gibi...ve ben hala başkalarının ölümünden bile birşey anlamıyorum oyalandıklarım yüzünden.  
 Kendi ölümümden bile...
Öyle bir oyalanıyorum ki yetmiyor artık hiç bir şey. Doyumsuz olup çıkıyorum. Tüm kentleri dolaştırıyorlar,  en lezzetli yemekler önüme geliyor, istediğim an güzel görünebiliyorum, okumak istediğim ne varsa  kütüphanemde, duymak istediğim her müzik kulağımda, çok nadir yaşanabilen aşklardan kalbimde...
Yetmiyor  yinede yetemiyor hiç bir şey.   
Yaşam benim için günden güne anlamsız ve yaşanmaz hale geldikçe, onlara da aynı şeyleri yaşatmaya başlıyorum. 
Herkesi yoruyorum. Herkes yoruluyor ama belli etmiyorlar. 
Bense yorulmak bilmiyorum.   
En uzun geceleri yaşıyorum, en erken sabahlarda uyanıyorum bazen yine de yetinemiyorum.  Ne bir gülüş, ne bir anı tutabiliyorum üzerimde.
Etrafımdakileri umursuyormuş gibi yapamıyorum. Anın bana getirdiği ne varsa geri götürmesini diliyorum bir bir. 
 
  Hep böyle başlar umutsuz hikayeler zaten. “Artık değişmelisin” , “Kendine gel yeter!” cümleleri duyuyorum sık sık. 
Bildiklerimi anlatmak istemiyorum onlara ve hayallerimi.
Şunu söyleyebilirim belki ancak herkesin bildiği üzre;  Yaşamda değişiklikler yapmak yıllar sürebiliyor. Çünkü bunu yapabilmek için etrafındaki herkesi değiştirmen gerekebiliyor.  Onlara verdiğin değerde, önemde, sevgide, saygıda değişiklikler yapmak zorunda kalıyorsun ve sonra onları bırakmak...
Onlar seni bırakmadan onları bırakmak...
  Değişebilmek için, düzelebilmek için durmak gerekiyor. 
Oysa onca yol yürüyüp bir an durduğunda ve baktığında sağına soluna görüyorsun ki, başından veya bir noktada sana katılmış olan kimse yok yanında; yanında sanarken sen. Afallıyorsun epey.   
Değişmek için durunca,  Buradayım ben “ demek için; onlar artık yanında değil “Orada” oluyorlar.   
İşte o anlarda burada’nlarına sarılıyorsun sıkıca ve orada, onların arasında değişmiş ve düzelmiş olmayı seçmek yerine, bilmezden gelerek  yani aslında kimsenin yanında olmadığını, yoluna devam ediyorsun... 
Ne yol ama!
Bu yüzden ben hala yerimde sallanıyorum, daha derine gömmeliler belki de beni.
Değişmekten vazgeçtiğin andan sonra, kendi yolunda yürümek daha da zorlaşıyor. 
Çünkü yaşamının yanlızca senin yaşamın olduğunu ve bunun aynı şekilde onlar içinde geçerli olduğunu anlatmaya çalışmak hiç kolay olmuyor. 
Düğüm düğüm oluyorum kimi zaman. Çözmeye çalışıyorum sonra gecelerce tek başıma.
  İnsanlar zaten ancak sen düğüm düğüm olduğunda fark ediyorlar. 
Biraz da morarmış göz altlarına baktıklarında ve işe yaramaz öğütleriyle çıkıp geliyorlar. 
Oysa  yaşamda kimse paylaşmıyor, paylaşamıyor tutkularını, hayallerini, acılarını: onları hep yaşayıp, yaşayıp unutuyoruz yanlız başımıza...
Ne büyük mücadele!   
Ve aslında ne kadar güçlü insanoğlu...
Hep gitmeye meraklı herkes ve kimse döndüğünde bir ıslık çalmıyor ben geldim diye.  
 Kader deyip geçiyorlar da kavuşamamalara;  kader değil hiç, hem neden karışsın ki Tanrı bizim o çürümüş seni sevmiştimlerimize!

  Bazen çok yanlızım zaten ben. Bu yüzden başkalarını bile sevebiliyorum. 
Hatta zamanım kısıtlı olmasa aşık bile olacağım nerdeyse.
Ama uyuduğumda bir küvette ölü buluyorum kendimi genelde.

 Bazen çok gürültülü geçiyor şehrin ortasından trenler,  pencereleri kapatıyorum. 
Bu şehirden çok uçak geçiyor, başım dönüyor. 
Peki o döner mi? Sanmıyorum. 
Yalanlarım çok sahici geliyor bana, buna mecbur kalıyorum yaşadıklarım hep sahiden yalanlar oluyor çünkü.

 Başlayayım yazmaya artık diyorum ama nerden başlamalı? 
Ya da boşver diyorum kim yazacak şimdi yaşamak varken.   
Yaşadığını yazamazsın zaten hiç, yaşadığın yazılmadan kalır, yazılmadan geçer hep.

 Artık hep bir fütursuzca  bütün eylemlerim. 
 Dudaklarımı kanata kanata çıkıyor yeminler ağzımdan. 
 Kolay kolay kırılmayayım diye betona buladım kendimi. 
 Yine kötü bir yaz geçirdik hep beraber. 
 Çocuklar öldü durmadan. 
 Çok uzak değil artık bu gecelerin, sabahların sonu. 
 Baksana martıların çığlıklarına ! 
 Ama biliyorum bu gemi batmadan terketmiş olacağım ben sizi. 
 Bağıran bir martının yemi olacağım sonra onu sustururcasına...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşlarımızın Tadı Aynı...

  İki kadın ağlıyor şimdi kuytu köşelerinde benliklerinin..Aslında hep ağlayan iki kadın kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman içten içe.hep yanarak hep eksiklerle.Aynı bedende dokuz ay yaşamıış iki kadın...Biri gerçekten eksik diğeri eksik olmadığı halde bosluklar yaratıp eksik olma çabasında.   Ağlıyorlar çünkü sarılamıyorlar birbirlerine bir sarılsalar şöyle eskisi gibi, hani o ilk karşılaşmalarındaki gibi hafifleyecek acıları merhem olacaklar birbirlerine...   Sadece susuyorlar yada sözcüklerini yalnızca birbirlerini incitecek cümlelerde kullanıyorlar...Nasıl da benziyorlar bir o kadar da uçurum var aralarında...   Biri gerçekten sevmiş,sevilmiş,yolunun yarısına gelmişken kaybetmiş,biri herşeyin başında pes etmiş yazık...ne sevmeye gücü var nede sevilmeye ömrü yetecek.   Acıları aynı aslında çok değer vermek insanlara,canından parçalarına ama sonunda hep kaybetmek,hiçbir karşılık görememek onca fedakarlığa...   Öylece izl...

O Kadının Bir Kalbi Vardı

  Yüzünde ilk kez gülen gözler taşıyordu kadın. Tebessümü kahkahalara dönüşmeye can atıyordu. Gökyüzünde parlayan nesneler keşfetti. Baktı şöyle ne kadar da büyüktü sonsuzluk. İlk kez dar gelmedi ona dünya. Yorgun, eski, usamış ve soğuk şehrine baktı, sevkatle sarıldı sıkı sıkı. Gitmek istemiyordu artık onu yüzüstü bırakıp. Üzgün ve mutlu insanların nefesleri karışmıştı havaya hepsini içine çekti. Acılarına ortak oldu,içindeki huzurdan ve sevgiden bir nefes hazırlayıp bıraktı boşluğa, yerini bulurdu elbet umutsuz olanların yüreğinde.   Büyük bir savaş içindeydi kadın.  Belki de bu hiç olmamalıydı dediği zamanlarda çıkıp ona bir şeyler anlatmaya çalışan ve ne yazık ki hiç bir zaman başarılı olamayan insanlarla paylaştığı bir savaş… Gönderdiği mektupların içinde saklardı duygularını. Bir çocuğun umuduna sahipti kadın ve hiç kimselere yazdığı mektuplarda saklardı kendini.. Elbet bir gün geçecekti öyle değil mi insan kendine ümit vermeliydi çünkü insanın ken...

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …