Ana içeriğe atla

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor





"Bir sabah dünya boşken kalkıp sor kendine: Neyin var taşınacak? 

Neyin var sen gidince aklı sende kalacak!"

Bugün bir vedaya adamışsın kendini. Suçlayacak kimsen yok. Sevecek kimsen yok. 
Sevecek kimsenin olmadığını artık fark etmiş gibisin. 
Umutsuzluğa yakışmamış ellerin. Öyle çırılçıplak, öyle yalınayak, öyle vazgeçmiş. 
Güneşin hiç uğramadığı tenine küsmek senin harcın değildi hani?
Bugün bir küskünlüğü vaat etmişsin kentine. 
O kimsenin uğramadığı sokakları kırmızıya boyamışsın. 
Birkaç kağıt kesiği kurtaramaz seni bu hayattan. Kocaman bir yalan darbesine kucak açmışsın sen.
Yol almamışsın sen batmışsın.
 Küçük kanatlarından büyük şeyler beklemenin yorgunluğu çökmüş bedenine. Sebepsizce.

"Bazı kuşların yuvaları kanatlarıdır." demiş şair, 

sen ise kanatlarını satıp kendine aşklar satın almışsın.

Ama şunu bil uçmayı hayal eden bütün kuşlar ölmek üzere.

Bugün yalancı bir aydınlık açmış gözlerini. 
Birkaç yağmur damlası düşmüş avuç içlerine. Yalayıp yutmuş içindekileri. 
Çok bekletmişler seni.
Oysa hayat bile yakalanır, ya da kaçırılır ama bekletilmez yazıktır.
Ve bugün tanıdık bir boşluk yine.
Her an düşebilirmiş hissine çok benzemiyor değil mi?
Ah ne çare!
Bazen ne de iddialı bir avuç çocuk oluyorum… Oysa gözlerim bile çocuk olmaktan büyüdü..
İyi ki bilmiyor kalabalıklar 
yağmura bakmayı cam arkasından insandan insana şükür ki fark var 

Ancak ben kendimi ne zaman kuş zannetsem nasıl oluyor bilmiyorum, ansızın vuruluyorum bu şehirde.

İnsanların arasına karışıp onları taklit ettiğimde ise soytarıya dönüyorum.
Kursağımda bir şey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde her şey
hem acıya, hem umuda benzer hep.
gökyüzünde bile gecenin ölümüyle başlamıyor mu yeni gün...
İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum; neden daha güçlü kanatlarım yok diye...

Ne istiyorlardı sahi benden? Belki ben çok şey istiyordum onlardan. Verdiklerimin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar bir şeyler istiyordum. Ama sonunda kaçıyorlardı. Hayır, hayır ben kaçıyordum. Hayır kaçmıyordum belki de: insana ihtiyacım vardı. Kuş olmayı bırakıp, kendimi balık sanmayı bırakıp belki de yalnızca insanlığı arıyordum bilmiyorum, bunda acınacak bir şey de yoktu halbuki.

Neyse...

Ne kadar çok insana içerliyor insan bazen.

Aslında hepimiz bu dünyada çok fazla gereksiz insan olduğu konusunda hemfikiriz. Ama içimizden biri bunu azaltmak isterse katil oluyor. Belki de zaman zaman tolerans gösterilmeli katillere.

İyi insanı herkes sever, bir de diğer insanlara kulak verin artık. Kötüye, çirkine, yaramaza, tembele, susana, çok gülene, çok ağlayana, çalana çırpana…

Bakmayın ya da vazgeçtim o masum gözleriniz kirlenmesin!

Hepiniz o kadar masumsunuz, herkes o kadar iyi ki, sanıyorum cehennemde bir tek ben yanacağım.En fazla Bukowski eşlik eder bana etse etse.

"Lakin siz haklısınız.
Ben ölümümden sonra hiçbir zaman cüret edemedim aynaya bakmaya ve o kadar ölüyüm ki,
hiç bir şey ispatlamıyor artık ölümümü."

ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular özet geçelim.

"Oğullarınıza , karşı cinse saygı duymayı öğretin. Gece yarısı eve dönen kadının aranmadığını öğretin. Bir kadının omzuna , arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin. Dokunmaktan korkmamasını öğretin. Sevmenin değer verme olduğunu öğretin. Sahip çıkmayla , sahip olmanın farklı olduğunu öğretin. Hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin. Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin."

sonrası...sonrasını tekrar konuşuruz.

Mutluluk yaşanmaz anımsanır diyor ya hani Yıldız Kenter, peki mutlu saydığımız tüm o anılar ansızın birer kabusa dönüşünce neyi yaşıyor insan? 
Sırf aklına gelmesin diye yastığa başını koyamayan insan neyi yaşıyor sahi? 

Uyumayı ve uyuyunca uyanmayı unutuyor mesela, kedileri sevmeyi, yemek yemeyi unutuyor. Sigarayı bırakamıyor asla. Okumayı bırakıyor düşünmeyi bırakamıyor bir türlü. 

Bir de şu çocukluk meselesi...

"..o diyorlar o tepeler
bu yalnızlık bitmez diyor
fenerimi yaksan da olur
ben ölüyüm çocuk diyor.."


Bir gün birileri geliyor ve yüreğinin bütün saflığını alıp götürüyorlar kendileriyle birlikte masallara.
Sonra...
Artık nasıl fırlayıp dans edebilir ki insan?
Nasıl döksün akan sulara çocukluğunun saçlarını ve o elmayı
nasıl ezmesin  ayaklarıyla?
Nasıl inansın masallara?

Bir zamanlar içimin soğuk odalarında gezinen kırık, üzgün, çocuk ölüyor. Zaten bir yerlerde durmadan öldürüyorlar çocukları.

Artık çocukluğum bitti diyorum anneme düşünmeye fırsat bile kalmadan oldu olanlar.
Çocukluğum için, gazeteye bir başsağlığı ilanı verelim anne ne olur!

Çocukluğunda kendini kuş sanacağına, kırmızı balık olacağına, birazcık akıllı olsaydın diyor annem.

Masada duran çaylarımız soğuyor.

Her neyse
kimse kimseyi sevmiyor artık...
O kağıttan yapılmış yıldızlar dönüp duruyor sonsuzluğun çevresinde.
Ömür dediğin bir çayın soğuma süresi kadar zaten.
O da; kuş yemi kadar yalnız geçiyor.

Kuşlar mı?
Ben kuş iken küçücüktüm,düşünemiyordum, gazete okumuyordum, borcum yoktu, göklerde her şeyden habersiz yükseklere uçmaya çalışıyordum.
İnsanları tanımıyordum ben kuş iken.
Kuş ah, sadece bir kuştur işte
" Kuşlar ölür sen uçusu hatırla!"







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

La fille sur le pont

    "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır." Size bir film anlataca ğ ım. Hakkında saatlerce konu ş ulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.    Fransız filmleriyle ilk tanı ş mam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı de ğ er Amélie sayesinde olmu ş tu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain D elon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim.  O dura ğ an halleri,  Fransızcanın  insanı alıp götürmesi,  mutlu  son, e ğ lendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar ta ş ımaması,abartıdan uzak yalın  senaryolar  ve oyunculuklarda eklenince en sevdi ğ im filmleri yapan millet olup çıktılar.   İş te  s enaryosunu Serge Frydman ’in yazdığı,  yönetmenli ğ ini  Patrice Leconte ’nin yaptı ğ ı, 1999 yapımlı,  Vanessa Paradis( Adele)  ve  Daniel Auteuil (Gabor)  isimli fransiz oyuncular...

Kuş Koysunlar Yoluna

"Öyle  güzelsin  ki  ku ş  koysunlar  yoluna" Bir  karga  bir  kediyi  öldüresiye  bir  oyuna  davet  ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir   ş eyden kaçıyorum bir   ş eyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerle ş emiyorum, kendimi bir yer  edinemiyorum,  kendime bir  yer... Kafatasımın içini,  bir  küçük  huzur  adına  aynalarla kaplattım, ölü ben’im  kendini  izlesin  her yandan,  o  tuhaf  sır  içinden! Pani ğ ini  kukla yapmı ş  hasta  bir  çocu ğ um  ben. Oyunca ğ ı  panik  olan  sayın yalnızlık  kendi  kendine nasıl da e ğ lenir. Niye izin vermiyorsun yoluna ku ş konmasına niye  izin  vermiyorum  yoluma  ku ş  konmasına niye  kimseler  izin  vermez  yollarıma  ku ş  konmasına? "Öyle güz...