Ana içeriğe atla

Bugün Sana Bir Şeyler Anlatmam Gerek Sylvia



Sylvia Plath…
 Uzun zamandır tanıdığım, bazen siyah beyaz fotoğrafını alıp karşıma uzun uzun bakıp, sanki bana kahve içmeye gelmisçesine sessiz sessiz sohbet ettiğim  kadın…
Gözyaşlarına boğulduğum gecelerde kimselere anlatamadıklarımı 
“ben anlıyorum” dercesine yüzünde belli belirsiz gülümsemesiyle  başucumda beliren ve usul usul saçlarımı okşayan kadın…

 Ah Sylvia senin hakkında yazmak öyle zor ki…
Aklım başıma geldiği günden beri, seni tanıdığım günden beri, bir kelime bile yazamadım. 
Çok yazmak istedim ama her defasında bir sözcüğün çıktı karşıma ve seni okumaya devam ettim.Oysa artık bazı günler hakkında susma cesaretini gösteremiyorum affet.
Büyüdükçe küçüldüğümü hissettiğim zamanlar sana doğu koşuyorum hep.
Bana senden daha hüzünlü gelen bir şarkı dinlemedim henüz.
Senin masalından daha cesur, senin masalından daha özgür ve giz dolu bir masal dinlemedim hiç büyüklerimden.
Çürümüş çiceklere benzetiyorum seni,çünkü çürümüş çicekler, ağlama hissi uyandırıyor bende.
Sen benim gizlerimi sakladığım kutu, bazen bakış açım, bazen kötü bir düş’üm.
Küçücük bir sırça fanus içinde tıkanıp kalmış ölü bebeğimsin.
Kendi çizdiğin ayakkabı resmindeki gibi masum yüzün…( belki de dünyanın en hüzünlü ayakkabı çizimidir)

Bazen de yine çizdiğin Fransız kedisi gibi şımarık ve meraklısın…(belkide dünyanın en sevimli kedi çizimidir.)
Masumluğu,şımarıklığı,kırgın dizeleri, bu kadar karanlığı,karmaşıklığı,
kokuları,renkleri,ayrıntıları,çelişkileri,cesareti, anneliği,izleri,imgeleri,bu kadar çok yenilgiyi nasıl sığdırabildin bir kadın bedenine?
Avuç içlerini neden hep boş bıraktın Sylvia? 
Mutlu olmak ve memnun olmak arasında ki farkı anlayamıyorum hala.
Bazen seni de benim gibi korkutmuş muydu karanlık?
Sessiz ve yalnızken bir ses duyduğunda sende ürkmüş müydün hiç?  
İnsanların kendimi berbat hissettiğimi bildikleri halde neşeyle hatırımı sorup 'iyiyim' dememi beklemelerinden bende nefret ediyorum.
Sinüzit ve migren sahiden depresyona sokuyor insanı.
Daha 8 yaşındayken baban gittiğinde Tanrı'yla bir daha konuşmayacağım demiştin Sylvia.
Küçücük bir kız çocuğu iken babamı kaybettiğimde bende üzülmüştüm biraz ama sonra farkında olmasanda sen, tıpkı senin gibi Tanrı'yla her gün, her dakika konuşmaya çalıştım, hep dua ettim Sylvia sende biliyorsun babalar asla kötü olamaz.
Kızma bana ama "Daddy" derken ki ses tonuna bir baksana.
Bizim için aşık olmak çok tehlikeliydi. 
Aşık olduğun o adamda, eksik olan baba şefkatini, bağlılığını aramamalıydın.
Ted bir şairdi ve onun çocuğu olmaya hazır değildin.Çocuklarınıza hazır değildin.
Bilemezdin Syvia, bilemeyiz ki; içimizde ki o kutsal sevgiyi hangi suretin hak edebileceğini.
Yanılgılarımızın, içimizde ki yankıları sussun diye aşka sığındığımız ne çok anlar oldu. 
İşte bu yüzden Ted senin yanlızca sığınağındı. Hayata karşı bütün uyumsuzluklarını bastırabilmek için, haklı olabilmek için, kullandığın bir araçtı kabul et.
Bu aslında bir tercih meselesi Sylvia
Konuştukça mutlu olmak ve memnun olmak arasında ki farkı anlıyorum galiba.
Sen sadece memnundun. Bu hayatta seni mutlu edebilecek hiçbir şey bulamadın. 
Mutlu olmayı seçebilseydin, bütün gerçeklere kulaklarını biraz olsun kapatabilseydin, biraz az şiir yazsaydın, azıcık sıradan olabilmeyi başarsaydın o fanusta belki sıkışmazdın. Başına gelenlerden memnun değil mutlu olurdun. Hayatta kalmanı, seninle tanışmamış olmaya tercih ederdim inan.

Bir gün geldi o sırça fanus üstüne çöktü ,nefes alamaz halde bıraktı seni, hayat kötü bir düş oldu. 
Düştün sevgili Sylvia’m. 
 Kötü bir rüyadayken insan onu uyandıracak birine ihtiyaç duyar, sarsıntılarla uyanıp ağlamak ister bir omuzda ama kimse uyandıramadı seni. 
Hep yalnız ağladın.Çocukları uyutup, yalnız başına uykuya dalmak sandın görevini. 
Kadın olmak ve şair olmak arasında hep sıkışıp kaldın. 
Bildiklerin, hislerin çok ağır geldi sana. 
Herkes haklı olmak ister ve acı çekmek...ama insanlar fırına başlarını sokmayı akıl edemezler, kimse kendinden turta yapmak istemez...
Kimse bu denli acı çekmeye dayanamaz.

Zeki olmak çok tehlikeli.Keşke bu kadar zeki olmasaydın Sylvia.
Sıradan olmak, karmaşıklıkları yok saymak ve bazen sorgulamamak en iyisi.
Oturup aldatılan kadınlar gibi salya sümük ağlayıp kocanı affetseydin.
Çocuklarına inanmasanda masallar okuyasaydın.
Ölümün kıyısında yaşama hastalığını onun kucağına atlayarak değil sahiden kıyısında geçirseydin.
Aslında tüm bu cümlelerim yazdıklarının acısını hissetmemek için, seni anlayamamak için çaba sarfedişimden. Senden çok kendime aslında...
Sen öğretilmiş bir yalnızlık uçurumuna düşmemeyi seçtin.
Şiir dolusu ölüm hediye ettin ama ben ölmeyeceğim.
Ben yalnızlığı yok sayarak ayakta kalacağım.
Henüz tercih edebileceğim şeyler çok az benim
Çok başındayım masalımın 
Yine de cümlelerin başucumda
Mutluluktan kontrolümü kaybettiğim anlarda yanında olacağım, yanımda olacaksın.
Her yağmur yağdığında yüzümde belirecekte yüzün fark etmeyecekler.
İçimden gelen sesleri susturmak için bütün gücümü kullanacağım.
Tıpkı senin gibi çok bencilim ama;
İyi ki sen içinden gelen sesleri susturmadın Sylvia.
Yoksa ben içimi asla bilemeyecektim...
Yalan söyledim seninle İyi ki tanıştım.
ve biliyorum sen ölmemek için gitmeyi tercih ettin...
Evet biliyorum, hiç bir şey söyleme 
Bu bir mücadele; kurtulamadıklarımızla, kaçınamadıklarımızla, zaaflarla, duygularla, yanılgılarımızla; yaşamak kendimizle bir savaş!
Sen savaşı aslında çoktan kazandın 
Sen ne güçlüsün aslında...
Şimdi en güzel gölgenin altı senin olsun
Huzur içinde uyu...
Tatlı rüyalar Sylvia'm...
Sevgilerle...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

La fille sur le pont

    "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır." Size bir film anlataca ğ ım. Hakkında saatlerce konu ş ulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.    Fransız filmleriyle ilk tanı ş mam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı de ğ er Amélie sayesinde olmu ş tu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain D elon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim.  O dura ğ an halleri,  Fransızcanın  insanı alıp götürmesi,  mutlu  son, e ğ lendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar ta ş ımaması,abartıdan uzak yalın  senaryolar  ve oyunculuklarda eklenince en sevdi ğ im filmleri yapan millet olup çıktılar.   İş te  s enaryosunu Serge Frydman ’in yazdığı,  yönetmenli ğ ini  Patrice Leconte ’nin yaptı ğ ı, 1999 yapımlı,  Vanessa Paradis( Adele)  ve  Daniel Auteuil (Gabor)  isimli fransiz oyuncular...

Kuş Koysunlar Yoluna

"Öyle  güzelsin  ki  ku ş  koysunlar  yoluna" Bir  karga  bir  kediyi  öldüresiye  bir  oyuna  davet  ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir   ş eyden kaçıyorum bir   ş eyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerle ş emiyorum, kendimi bir yer  edinemiyorum,  kendime bir  yer... Kafatasımın içini,  bir  küçük  huzur  adına  aynalarla kaplattım, ölü ben’im  kendini  izlesin  her yandan,  o  tuhaf  sır  içinden! Pani ğ ini  kukla yapmı ş  hasta  bir  çocu ğ um  ben. Oyunca ğ ı  panik  olan  sayın yalnızlık  kendi  kendine nasıl da e ğ lenir. Niye izin vermiyorsun yoluna ku ş konmasına niye  izin  vermiyorum  yoluma  ku ş  konmasına niye  kimseler  izin  vermez  yollarıma  ku ş  konmasına? "Öyle güz...