Ana içeriğe atla

Uyan Artık Prenses

"O cam kutuda uyuyan da, masallarda pamuk prenses yalnizca. 
Hakiki hayatlarda cam kutularda yüz milyon binlerce pamuk prens uyuyor.”

Yanlış masallarla büyütülmüş bir nesiliz biz.
Dünyayı masal kitaplarında ki gibi sanarak büyüyen…
"Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" soruna “prenses” diye yanıt verebilecek kadar masallara inanmış…
Babalarımızın bizim için hazırlamış olduğu  krallıklarda güzel güzel, mutlu mesut yaşayacağımıza, her daim sevileceğimize emin olarak…
Dinlediğimiz masallardan sonra gece yastığa başımızı koyunca, prenses olup bir prensle evlenmeyi, hayatta varabileceğimiz en yüksek mevki olarak kafamıza yerleştirerek uyuyan…
Güzelliğimizin bizi asla terketmeyeceğini ve hep güzel olmamız gerektiğini düşünerek aynalarda vakit geçiren...
Eğer çirkin olursak kötü biri de olacağımızı, güzel olduğumuzda karakterimizin de iyi, hoş olacağı ve yakışıklı birinin bu güzelliğe vurulup aşık olacağını sanan...

Çünkü;
Sindrellane kadar zor duruma düşmüş olursa olsun, onu kurtaracak prensinin geleceğini biliyor, bekliyor ve sonunda da prens gelip Sindrella’yı kurtarıyor.
Kırmızı başlıklı kız;yabancılarla asla konuşmaması gerektiği söylenmiş, konuşursa başına felaketler geleceğini anlatılmış olan kırmızı başlıklı kız,ormanda önüne çıkan bir yabancıyla konuşarak ebeveynlerini haklı çıkarıyor, ve felakete sürükleniyor.
Pamuk prenses; kötü kalpli cadının elinden kaçmayı başarıyor, ormanda kaybolup cücelerin yanına sığınıyor ve sonunda prens tarafından kurtarılıp, yardımsever cüceleri terk ediyor ve elbette sonsuza dek mutlu yaşıyorlar.

Prenseslerin kaderleri hep kendilerinden çok daha güçlü, iyi yada kötü karakterlerin seçimlerine bağlı.
Karar veremeyen, vermesi gerektiğinde kararsızlıktan kıvranan,kendini savunmaya hiçbir gücü olmayan,tek yükümlülüğü güzel giyinip koca bulmak olan o aciz prensesler, sürekli başkalarına bağımlı olarak yaşamak zorunda olduğumuz fikrini bilinçaltımıza yerleştiriyor.
Kadınları tek tipleştiren ve sadece güzelliğe vurgu yapan işte tüm bu masallar, reklamlar, filmler hatta pembe renk bile kadına savunmasız olduğunu, kendi başına bir şey yapamayacağını ve hayatta bir erkeğe muhtaç olduğunu ve itaatkar olması gerektiğini anlatıyor. 

Bu basmakalıp ama sürekli tekrar eden mesajlarla büyüyen biz, yetişkin biri olduğumuzda da afallıyoruz. 

Gün geliyor bir taşı kaldırıyoruz veya bir duvara tosluyoruz. Bilinçaltımız  bunlarla dolu olan iken, gerçek hayatta masallardaki prensi ve yaşam şartlarını bulamayınca yani dünyanın kaç bucak olduğunu anladığımızda,pembeler grileşince, dudağımızı büküp, tacımız yerlerde önce babamıza bakıyoruz ve sonra krallığımızı yerle bir eden kurbağalara lanet okuyoruz.
Bir hastanenin psikiyatri koğuşunda çekilmiş fotograf.
Hala ebeveynlere bağımlı, yalnız olmaktan nefret eden,bir başkasının derisi altında yaşamak isteyen, emniyette olmayı, bakılıp gözetiliyor olmayı havadan, hatta yaşamdan daha çok isteyen kadınlar oluyoruz sonra. 
Çünkü iş bağımsızlığa gelince, gerçekten kendi ayaklarımızın üstünde durduğumuz zaman, kadınlıktan uzaklaşacağımızdan, sevgisiz, sevimsiz olacağımızdan korkuyoruz.
Sorumluluklar bizim için ızdırap oluyor.
Prensesler gibi rahat ve huzurlu bir hayat düşlerken, farkına vardığımız sorumluluklar canımızı sıkıyor.İşte o anlarda küçük birer kız çocuğu kimliğine bürünüyoruz. Mızmızlaşıyoruz.Bağımsız olmak için yanıp tutuşuyor ama bağımsızlıktan korkuyoruz.
Bunun için de başkalarını suçluyoruz. Oysa onları suçlayarak ya da dizimizi döverek özgürleşemeyiz. Özgürlük başkalarının bize bahşedebileceği bir lütuf değil ki….

Aslında dünyaya geldiğimiz ilk zamanlardan başlanıyor ‘kadın’ ve ‘erkek’ karakterleri yaratılmaya ve ben bugün kadın’ ve ‘erkek’ imajlarının çocukluğumuzdan beri bizlere çok yanlış çizildiğini fark ediyorum.
Erkek çocukları hep bir savaşçı ve kahraman, gibi büyütülürken, kız çocukları daha çok ‘korunmaya muhtaç nazik varlıklar’ gibi büyütülüyor.
Oyunlarımız bile farklı; kız çocukları yemek yapma, makyaj yapma, güzel bebekleri giydirme gibi evcil, hayat mücadelesinden kopuk, romantik, pasif temalı oyunlarla büyürken, erkek çocukları bağımsızlık, mücadele, savaş ve kurtarma temalı kahramancılık, askercilik,örümcek adamcılık gibi sosyal,aktif, mücadeleci oyunlarla büyüyor.
Erkekler de bu masalları dinliyor elbette.
Tıpkı prensler gibi hayatları boyunca zengin, kavgacı ve yakışıklı olmalı; güzel prenseslerini hep zor durumlardan kurtarmalı,savaşmalı ve hep kazanmalılar. Her daim kadınlarının namuslarından sorumlu olmalı, bunun için gerekirse karısını, kızını, kardeşini öldürmeli; ve böylece diğer erkeklerin imrenerek baktığı bir aile reisi olmalıdır.
Kadın ise tıpkı bir prenses gibi her daim güzel görünmeli, erkekleri  işten yorgun döndüğünde onu rahatlatmalı, soylarını  sürdürmeli, onun sevdiği  lezzetli yemekler yapmalı , ne olursa olsun sabretmeli, alttan almalı,uslu ve sevimli olmalıdır.
Resmedilen bu.
Alışılagelmiş idelojiler hep bu yönde.
Şartlar değişse de, bu ilkel masalların modası geçse de, 
meslek edinip, azim ve karakter sahibi olmaya çalışsakta, 
kendi ayaklarımız üzerinde durduğumuzu ispatlamaya çalışsakta, 
yüzyıllardır kalıplaşmış farklılıklar, duygular kolay kolay değişmiyor. 
Yöntemler,hissedilenler hala geçerli.
Kadınlar hala kendilerini geri çekiyor.
Dünyaca ünlü bir yazar,sanatçı,iş kadını olacakken,korkmalarının birine yaslanarak yaşama isteklerinin,ömrünün en verimli çağlarında hamile kalıp,çocuk büyüyüp kendine bakabilecek durumda, tekrar hamile kalıp kendilerini yine eve hapsetmelerinin nedeni, hayatta başına gelebilecek zorluklara karşı geliştirdikleri bir yöntem. Öğrenilmiş çaresizlik belki de.
Fark yaratabileceğimiz tek şey empati kurmak.
Bir başkasına güvenerek yaşamak kötü bir şey değil elbet. 
Beraber çıkılan her yol arkadaşlığında olması gereken şey hatta ama bu yolculukta kadın ve erkek rollerimizi zaman zaman değiştirebildiğimizde, 
prens iken prenses, prenses iken yeri geldiğinde prens olabildiğimizde işte o yüzyıllardır süre gelen kalıpları biraz olsun yıkmış olacağız.
Üstelik bunu yapmak ne kadınlığımızdan bir şey kaybettirecek ne erkeklikten...
Bağımlılıklarımız karaktersizleşmedikçe, kendimize ve diğer insanlara güven duydukça, sevdikçe en önemlisi; önce kendimizi sonra diğer karakterleri, yeteneklerimiz dışında ki şeyler hakkında boş hayallere kapılmadıkça, yeteneklerimiz olan konularda ise geri çekilmeyecek kadar cesur oldukça ayakları yere daha sağlam basan prens ve prensesler olacağız.
Bir gün uykudan uyandığımızda,
Bir prenses kırılganlığında olacağız yine elbet, kadına yakışan bu çünkü. Ama kendi kaderimizi kendi seçimlerimiz belirleyecek.
Bir adamı yalnızca dış görünüşümüze değil,fikirlerimize,insanlığımıza aşık edeceğiz.
Kendimize inandıkça,yanlız olmak korkutmayacak bizi.
Aynalara yüzümüzün değil, kalbimizin güzelliği yansıyacak.
Sevdiğimiz adamın gücüne değil,sevgisine ihtiyacımız olacak.Hayatı paylaşırken, ona bağımlı değil yardımcı olacağız.
Sorumluluk alacağız artık korkmadan, cesurca ve sorumluluklar büyütecek bizi.
ve anne olacağız sonunda 
İşte o zaman çocuklarımız yeni masallarla büyüyecek.
Onların yanlış yapmasına izin vereceğiz.
Sonra doğru ve yanlışları ayırt ettiklerini gördüğümüzde gururlanacağız. 
Küçük kara balık gibi cesur, zeze gibi yürekli, küçük prens kadar akıllı olacaklar.
Gerçekleri gizlemeyeceğiz onlardan.
Bir krallık oluşturmayacağız onlar için ama kendi krallıklarını kendileri kurmaları için elimizden geleni yapacağız.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kırmızı Baladlar

                     Ben, kendine dokunan ve kendiyle çoğalan her aşka kalbini veren kadın ... Doğru muydu hayaletlerin her kaybedişi görünür kıldığı...  Bu odada ve bu sonsuzlukta nasıl çılgınca dileniyorum hayatı!...  Eğer  yağmur  yağınca içeri gireceksen seninle gitmem uzak ülkelere.  Ya da gölgelerine sığınan evimde yeşermeye çalışan canlı bir kaktüsü şımartırken,  rüzgara eğimli bir mektup düşürmezsen  penceremden ; seninle yaşayamam aşkı.  Öylesine zor bir uyku şimdi seni düşünmek.  Sarılışlarıma yanıt olarak içebilir misin gözyaşlarımı...  Ama dur!...  Tenin sıcaklığında kaderime bulaşacak bir iz bırakacaksan;  dur ve yalnız ürpertisini yolla gerçeğin...  Belki de sana gelmek yerine saçlarımı boyatmalıydım .  Bir  şiir  bırakmak için, tıpkı o şarkıda olduğu gibi; sadece beni  sev   diye... İnan adaletli değil hiçbir alışveriş....

Var Olmak

Düşünmekle hiç bir şeyi var edemezsin... Yazacağım  basit şeyler zaten vardır.    Tamamı basit, daha önce söylenmiş veya yazılmış olabilir hatta bunların hepsi bile olabilir. Herşeyi basite indirgemekle kolaya kaçarsın ve meselelerden uzaklaşırsın. Basit düşünebilmek en güzel başlangıcımdır. Başlangıçlarla aram çok iyidir. Bir başlangıç yapmaya çabalarım. Yol aldıysam ise başladığım noktaya ışık hızıyla dönerim. Sonlara hiç varamamak için çok çalıştım ve var olmak... Güneş sabahları doğudan doğar. İnsanlar sabahları uyanırlar. İşe giderler. Çalışmak vardır. Ayakkabı giyerler bazen siyah bazen kahverengi. Bazen beyaz, bazen kırmızı arabalara binerler bazende mavi ayakkabı giyerler. Trafik vardır. Hava vardır. Su vardır tabi. Bazen yağmur yağar ya da kar. Kış vardır karanlık ve ışıksız. Kışları hava erken kararır. Evlere gidilir. Sıcacık çorbalar içilir, Şeftali yenir. İnsanlar çizgili ya da başka desenli kumaşlardan pjamalarını giyerler. Masallar vardır. Pikniğe g...

Tuttum Bir Şiir Yazdım

Tertemiz bir kağıdı sözcüklerle karalamak kolaydır da, Mürekkebine gözyaşlarını katık edip şiir ile aydınlatmaktır zor olan Asi dir sözcükler toparlayamazsın kimi zaman, ancak bir düş düşer aklına şiir oluverir yinede… Sözcükler bile anlamlarını ararken ben tuttum sana şiir yazdım dua eden çocuk gibi içten…. Şiirim dua oldu, Çocukların duaları yanıtsız kalmazdı,benim şiirim sensiz kalmadı Tuttum sana şiir yazdım,sonra oturdum dua ettim Dua yazdım şiir oldu,şiir ettim dua… Duasından uyandı çocuk,şiirimle uyudu… Yeni güne uyanmak nasıl zor ise,senin uykuna şiir olmak öyle kolaydı, Aslında sen uyurken şiir kolay,şiir zorken senin uyanman olasıydı Ben sana tuttum şiir yazdım,sözcüklerim öyküye kaçtı, Sonra kahramanlarım öyküden kaçtı,öykü şiir olarak kaldı Sözcükler şiir olurdu da, Şiir, şiir olmaktan sıkılır sen olurdu Senin güzelliğinin şiir olması kolaydı da,seni sana şiirle anlatmak zordu Bir bahar melteminin, mayısın en güneşli gününde bir şiir o...