Ana içeriğe atla

Sen Kendi Dağınık Hikayensin


“Geçmiş, bugün ve gelecek” 
bunların toplamından oluşuyor işte 
insan öyküleri.
Öykü demek kulağa daha hoş geliyor hep. 
Çünkü biliyor insan, öyküler hiç tek düze gitmiyor. 
Gelişme bölümüne geldiysen mesela öykünün, umut ediyorsun, 
merak ediyorsun sonunu.
Ey insan; bugüne kadar belki de birçok öyküde kendini buldun.
Hüzünlendin, içlendin, gülümsedin. 
“Ben de olsaydım aynı şeyi yapardım.” dedin kahramana usulca.
Peki ya senin öykün, 
her istediğini yapabildiğin ve söyleyebildiğin bir öykü mü? 
Yazsan hani bir gün öykünü roman olur mu? Neleri taşıyabildin geçmişten bugüne kadar 
ya da neler biriktiriyorsun geleceğe?
Ben bugünlerde biraz üzgünüm. 
Bazıları ise hiç üzgün olamıyor. Çünkü geçmişe dair en ufak güzel bir şeyleri kalmamış. İnsanlar ne zaman birazcık üzgün olsalar geçmişleri hep iyi taraflarıyla hatırlıyorlar.
Burada uyumak ister misin diye soruyor biri. 
Belki uyandığında seni üzen ne varsa rüya olduğunu düşünürsün diyor. 
İnanıyorsun uyuyorsun bazen ve geçiyor seni üzen ne varsa.
Yalan söylemek kurtarıyor bazen geleceğimizi, yalan söylemek siliyor kötü anıları, kendine bir unuttum yalanı söyleyiveriyorsun her şey yoluna giriyor sonra. Geçmişin üzerini ise gizlemek örtüyor. 
Sırlarını gömüveriyorsun geçmişe bir güzel, temizleniyorsun sonra.
Peki ya günün birinde, bütün hayatın, tek başına olduğun bütün anlar, başkalarından gizlediğin bütün anıların, birilerine söylediğin ve sır olarak kalmasını istediğin ne varsa hani, bütün o ürkütücü gizlerinle beraber öykün herkesin önünde açıklansaydı eğer ne yapardın sahiden?
Bütün unutulduğunu sandığın dakikalar, hani başkalarının asla öğrenemeyeceğini düşünerek yaşadığın dakikalar... 
Her şey… Hepsi… 
Açılsalar önüne bir bir… 
Hiçbir dakikanı atlamadan yazacağın bir romana başlasan bir gün…
Ürpertici değil mi…
O andan sonra hayatını düzgün ve gizsiz kurgula diye yapsalar… 
Geçmişini gör bir kez diye… 
Ya da bir türlü kurtulamadığın ve onca yılı yalnızca birkaç dakika veya bin sayfada serseler önüne zamanın nasıl da aldatıcı olduğunu anla diye.
Sahi kaldırabilir mi insan bunu? 
Utanır mısın kendinden, başkalarından, en yakınlarından? 
Ama en çok şaşarsın. 
Neleri unuttuğuna, neleri nasıl da gizleyebildiğine, ne yollara girdiğine, tıpkı sen nasıl insanların sandığı gibi değilsen, onlarında senin sandığın gibi çıkmayışına 
şaşar kalırsın.
Kaç kişi bakabilir birbirinin yüzüne o andan sonra, kaç kişi sevgili, dost, arkadaş kalabilir acaba…
Kaç kişi gururla sunabilir hayatını tüm çıplaklığıyla ortaya?
Yalanlar olmasaydı yaşayabilir miydik sahiden?
Öykülerimiz kurmacalardan oluşmasaydı eğer, kaçımız ayakta kalabilirdi?
Her şey çok zor olmaz mıydı ki ya da çok acıtmaz mıydı o zaman…
“Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin yine de sen bilirsin” derken şair gerçekleri söylese aslında daha çok incitmez mi?
Ben biraz üzgünüm bugünlerde, öykümün gelişme bölümüne uygun kurmacalar yazmakta zorlanıyorum. 
Yalanlar ve gizlerle dolu şekilde devam ederek, görmeden, duymadan, bilmeden severek insanları, rafa kaldırıp kişilik denen şeyi mutlu bir son mu hazırlasam, 
yoksa kapatıp gözlerimi, gözümü alan bütün o ışıklara, 
yüzleşip bir kere olsun geçmişle, arınarak bütün gizlerimden, olduğum yüzümü çıkararak ortaya nefret edilen olmayı göze ala ala öykümü kadere mi emanet etsem bilemiyorum.
İşte bu yüzden hiç ilerlemiyor bu öykü hep kalıyor aynı noktada...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

La fille sur le pont

    "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır." Size bir film anlataca ğ ım. Hakkında saatlerce konu ş ulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.    Fransız filmleriyle ilk tanı ş mam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı de ğ er Amélie sayesinde olmu ş tu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain D elon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim.  O dura ğ an halleri,  Fransızcanın  insanı alıp götürmesi,  mutlu  son, e ğ lendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar ta ş ımaması,abartıdan uzak yalın  senaryolar  ve oyunculuklarda eklenince en sevdi ğ im filmleri yapan millet olup çıktılar.   İş te  s enaryosunu Serge Frydman ’in yazdığı,  yönetmenli ğ ini  Patrice Leconte ’nin yaptı ğ ı, 1999 yapımlı,  Vanessa Paradis( Adele)  ve  Daniel Auteuil (Gabor)  isimli fransiz oyuncular...

Kuş Koysunlar Yoluna

"Öyle  güzelsin  ki  ku ş  koysunlar  yoluna" Bir  karga  bir  kediyi  öldüresiye  bir  oyuna  davet  ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir   ş eyden kaçıyorum bir   ş eyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerle ş emiyorum, kendimi bir yer  edinemiyorum,  kendime bir  yer... Kafatasımın içini,  bir  küçük  huzur  adına  aynalarla kaplattım, ölü ben’im  kendini  izlesin  her yandan,  o  tuhaf  sır  içinden! Pani ğ ini  kukla yapmı ş  hasta  bir  çocu ğ um  ben. Oyunca ğ ı  panik  olan  sayın yalnızlık  kendi  kendine nasıl da e ğ lenir. Niye izin vermiyorsun yoluna ku ş konmasına niye  izin  vermiyorum  yoluma  ku ş  konmasına niye  kimseler  izin  vermez  yollarıma  ku ş  konmasına? "Öyle güz...