Her gün aynı cehenneme aralamak gözlerini...boşluk..
Açmak değil aralamak çünkü delik deşik uykularda bile hep bir yanı karanlıkta bir yanı masmavide kalmak...
Sabah uyanıyorsun maske dolabın var.Ordan seçiyorsun birtane “bugün iyi olacağım kimseyi üzmem.” diye başlıyorsun, sonra bundan sıkılıyorsun. elinde değil..Maskelerin yetmiyor içindeki boşluğu doldurmaya çünkü...Yetmedikçe yenilerini ekliyorsun...
En çok, ama en çok terk edilmekten korkuyorsun.Ya bir gün beni sevmezse! Ya birgün giderse endişesi en mutlu gününde bile... Yeni tanıştığın biri sana “normal.stabil,doru düzgün bir insan olma” konusunda öğüt verirken, üstelik bunu çok da örseleyerek yaparken dinliyorsun.Hiçbir şey ve her şeyin, seni üzmesine izin verdiğin,vermediğin için, sırf yanında kalsın diye o öğütleri dinliyorsun. Sen hiç düşünmedin sanki onları, karar alıp alıp uygulayamamak hiç üzmedi sanki seni daha önce...Yeter ki gitmesinler çınladığında kulağından sorgulamıyorsun işte...
Yine de gitmesin diye, kalsın, anlaşıldığını bilsin diye dinliyorsun çünkü anlıyorsun hepsini, anlatmak için verilen çabanın farkındasın çünkü...
“tamam nasıl istersen öyle olacağım söz.” diyorsun sonra, yine de kalkıp saatlerce yol gidip dönüyorsun. yürüyorsun saatler boyu...
sürekli gidiyorsun...sürekli geliyorsun...yetmiyor ''oh be'' dedirtmiyor hayat sana.Hareketlerinin sonucunu düşünmüyorsun, o sırada öyle olması gerekiyormuş gibi geliyor sana.Bir yandan ağlarken, bir yandan sonsuz anlarca gülebilmek istiyorsun...
Sonra aynı kişiyi değersizleştirmeye başlıyorsun, tek tek senin canını nasıl yaktığını hatırlıyorsun.Sonra dua ediyosun sana dönmesi için...Bu ikisi arasında durmadan gidip geliyorsun.
Bitmez bir kontrolsüzlük durumu içindesin.
Dün bir sürü yeni kararlar almışken bugün iki sözcük bile kullanmak istemiyorsun. sürekli olaylar arasında asosiyasyonlar kuruyorsun.
Karşındaki daha ağzını açmadan ne diyeceğini biliyorsun, o elindeki kitabın arkasını okurken sen kitabı hatmetmiş oluyorsun, her şeyi teraziye koymuş tartmış hatta satıp göndermiş oluyorsun...
Rahatsızsın anlamak istemiyorsun sadece doru zamanda olmak istiyorsun.
Olmuyorsun. olmuyor. hemen kalıplar oluşturmaya başlıyorsun.Kendini, diğerlerini o kalıplara koyup her şeyi çözeceğini sanıyorsun. Kendinle çelişmeye başlıyorsun sonra. Bunu dünyanın en doğal şeyiymiş gibi yapıyorsun.Az önce uğruna her şeyi feda edebileceğin kalıplarından nefret etmeye başlıyorsun.
Hayatında bu kadar saçma ve güvenilmez bir şey görmediğini iddia ederek, o kalıpları alıp içindeki gökdelenin en tepesinden aşağı bırakıyorsun...
Ne önemi var ki? nasılsa geçti gitti. neden bu kadar üstüme geliyorsunuz?” demek geliyor içinden insanlara. onlar bilmez ama. canını acıttıklarından habersiz, sana nasıl daha stabil, daha istikrarlı bir hayat yaşayacağını anlatır dururlar. tabi ki kötülüğünü istemiyorlardır; bunu bilip kızdığın için kendine kızarsın sonra. garip bir anaforda döner durursun.
Çok kızıyorsun seni üzenlere, öfkeni önünde sonunda ziyadesiyle kusuyorsun. sonra pişmanlık, suçluluk başlıyor. Durmadan özür diliyorsun, ağlıyorsun falan.
Hiç tanımadığın herkesle o sırada arkadaş olabiliyorsun,
yalnız kalmaktan çok korkuyorsun aslında.
Yanındakilere çok çok iyi davranırken, iki saniye sonra içten içten kızmaya başlıyorsun ama yinede temkinlisin ki kaçıp gitmesin yanından.
Büyük büyük karar alıp hemen vazgeçiyorsun. “sigarayı bırakacağım.” kararını, “bu son valla.” derken, içerken uygulamaya çalışıyorsun.
İçindeki sesleri susturamıyorsun.
Herkes giderse onlar kalacak diye kötü davranamıyorsun hiç.
Sağlıksız, yüzeysel yaşayıp, karşındakini dünyadaki en derinlikli şeyin o olduğuna inandırıyorsun. Bazen dünyanın en derinlikli ilişkisini yaşarken bile, ne kadar sıradan olduğunu düşünüyorsun...
Sormadan neden saymaya başlıyorsun. Karşındaki daha bir şey sormadan. Sanıyorsun ki, vereceği cevap senin sıralayacağın nedenlerin ne denli güçlü olduğuna bağlı. Yanılıyorsun oysa...
Sürekli kafa karışıklığı, kaybetme korkusu…
Bir dakika sonra ne hissedeceğini kestirememek. yakınındakileri üzmek, üzdüğün için suçluluk duymak… Her şeyi sonsuz şekilde sorguluyorsun. sorguladıkça kafan karışıyor yine de kendini durduramıyorsun.
Telefondaki ağlayan arkadaşını sakinleştirip, ona “ bak hayatta hiçbişey için canını sıkmaya değmez herşey geçicek cok güzel falan.” derken; önündeki duran bilgisayar aracılığıyla konuştuğun kişiye hayatın ne kadar boktan ve anlamsız olduğunu anlatarak, onu kendini öldürebilecek raddeye getirebiliyorsun.
İntihar mektubunu hazırlarken, yarın tam da bu saatlerde ne yapıyor olacağına dair planlar kuruyorsun. “kimler müsaittir acaba?” diye beynin çalışır duruyor.
Bir türlü içinden ikna olamıyorsun sevildiğine. bazen öyle hissediyorsun yani. Senin için yapılan onca şeyi izlerken, “acaba?” diye sorabiliyorsun.
Dengesizliğin kendine ve etrafa güvensizliği getiriyor beraberinde. Yaşadıklarını fark eden birini gördüğünde ise hemen oradan uzaklaşıyorsun.
Bu yaşadıklarının hiç geçmeyeceğini biliyorsun. içindeki sesleri susturamıyorsun yine de o meşhur “büyümek” yalanına inanıyorsun çaresizce... “kahretsin ki, hayat külliyen bir tercihler silsilesidir.” diye yazmışken bir yerlere, başkasının çıkıp “tercih değil, mecburiyetler olacak o.” demesi birden dünyanızı değiştirebiliyor. tercihle mecburiyet birbirinden çok farklı olsa da, sen birer saat içinde iki düşüncenin de doğruluğunu kabul edip onaylayabiliyorsun.Kendine karşı dürüst olmak için yaşarken beceremediğini anlıyorsun.
kimseyi inandiramiyosun yasadiklarini..İlgi cekmekle suclanip ''gene neyin var daha az once cok iyiydin"sorusuna kendin bile cevap bulamazken,baskalarin bunu anlamasını bekleyemiyorsun...
Boşluk işte her şeyin nedeni. o kadar meşgale arasında bir yerlerde kendine yer açan boşluk hissi…AMA yinede mekanın ve zamanın dışında bedenin...
Kendini kaybedip kaybedip bulmak ve yitirmek bir daha, bir daha
inatla devam etmek ve koşmak istiyorsun...
saplantılı bir şekilde takip etmeme sebep olan yazıların gerçekten etkileyici... kendimi daha net tarif edebilmek isterdim ama yazdığın yazı kadar yorum yazmak istemiyorum :)
YanıtlaSilTesekkür ederim ceren:)hepimiz farklı yönlerimizi anlatamak,yazmak için çırpınıp duruyoruz ama farkediyoruz ki ortak acılarımız hislerimiz var.Birbirimizin sözcüklerini okudukça yakınlaşıyoruz birbirimize.en yakının anlamazken hislerini, yaşadıklarını bir yabancı seninle tek yürek oluveriyor bazen işte yazmanın en güzel yanı:)
YanıtlaSil