Ana içeriğe atla

Esas Kahramanın Vaziyeti


"Seni terkeden herkes her zaman yanında kendilerinden bir parça bırakıyor mu? 
  Anılara sahip olmanın sırrı bu mu?
  Bu doğruysa kendimi daha güvende hissedeceğim.
  Çünkü asla yalnız kalmayacağımı bileceğim.''

  Artık durmadan masallar uyduruyor ve kahramanlar yaratıyordu kendime dost veya sevgiliden.
Ete kemiğe asla bürünmeyecek isimler uydurup,onlara döküyordu içini.
Kendi kahramanları bile ondan kaçıyor yasaklıyorlardı ağlamayı.


  Birkaç gözyaşında hayat bulmak gücüne gidiyordu Kırmızı saçlı küçük kızın ve sokaklarda tek başına yürüyen Kırmızı rujlu kadının...ancak; kendilerine hayat verenin içinde biriktirdiği tüm umutsuzluklar yerini bulsun diye figüran olmaya razı oluyorlardı. Onun kelimelerini sessizce  okuyor günden güne erimesini uzaktan izliyor,tıpkı onlar gibi düşlerinde yarattığı bir adamı deliler gibi özlemesine ve adamın gözlerinde kayboluşuna şahit oluyorlardı hüzünle...
Küçük kıza, masallar anlatıp durmuş güç vermişti tek başına herşeyin üstesinden gelirdi artık,Kadınına ise en güzelinden bir kalp bahşetmiş, hayatın gerçek anlamını fısıldamıştı kulağına.Olmak istediği ve örnek aldığı kadın düşlerindeydi artık...


  Peki ya neden şimdi kendine merhem olamıyordu?Durmadan geçmişini eşeleyip,geleceğe dair planlar peşindeydi 'An'ın çocugu olamıyordu bir türlü.'An'ın içinde yaşayamıyordu.


  Şimdi düşte mi yaşıyordu gerçektemi emin değildi.Adam'ına haykırıyordu 'Gelde ayırt et çöz beni düğümlerimden.'diye.Belki de onun içinde olmadığı 'an'lara tahammülü yoktu.Eğer yaralarını görüp iyileştirmeye gelirse beklenen, mızmızlık yapmaktan vazgeçecekti.Zamanla, saatle uğraşmayı kesecekti.


 Gecenin beşinde otobüs beklemek gibiydi bu aralar gelmeyeceğini biliyordu.ama ya gelirse ihtimalini yok sayamıyordu.


 Olmayacak şeylerin peşinden o kadar çok koşuyordu ki güçsüz bedeniyle birgün uçacağına bile inanıyordu.Zamanın öneminin olmadığı bir yerlerde uçmak daha mümkündü, gözlerinin içine tekrar sevgiyle bakılmasından,ufacık içten bir gülümseyişten...


 Uykularını özlüyordu şimdi.Sıkılmıştı geceleri uyku kovalamaktan.
Sahi uyku nasıl bişeydi?
Yastığına koyduğunda başını  ne yapacağını bilemiyordu.Sağa mı dönecekti sola mı sırt üstümü uyurdu yüzüstümü...Saatlerce bu soruları sorup anlamadığı şekilde uykuya yenik düşerdi ardından.
İnsana verilmiş en güzel yetenekti uyku en güzel zaman dilimi, yok oluş ve göç öteki alemlere...
Ama korkuyordu gözlerini kapatmaktan...
Bir süredir ne zaman uykuda bulsa kendini uyanmak için çırpınıyordu;çünkü bir rüyası vardı defalarca gördüğü;
Kül rengi bulutlar altında ve soğuk bir havada Adama tutunuyordu ve ayağının dibi uçurum...Adamın yüzünü göremiyordu sadece sesi vardı harflere bürünmüş şekilde.Yalvarıyordu adama ''Bırakma beni hadi çeksene yukarı zor değil yapabilirsin seni seviyorum ne olur'' diye inletiyordu her yeri ama kurtarmıyordu onu adam 'Gitmeliyim..öleceksin bıraktığımda biliyorum kıyamıyorum da sana...hatta çok mutlu olabilirdik her yeni güne birlikte uyanıp, çocuğumuza masallar yazabilirdik seninle ama gözlerinin yükünü taşıyamam ben kötüyüm başka kadınları arzuluyorum hep,Aşk ne demek bilmiyorum bile baksana çocuğum ben, tanıdığın bütün adamlardan yüreksizim,bakamıyorum bile gözlerine kaçmam gerek mutlu olmamalıyım ben,eğer sen gitmezsen ben öleceğim hergün mutluluktan...''diyordu sesi.Ve zaten cılızca tuttuğu elini bırakıveriyordu boşuğa gökyaşı bile akıtmadan kurumuş kalbiyle...
Uyanıyordu sonra kan ter içinde.Adam rüyalarında çocukluğu,gökyüzü,ve özlediği ne varsa bürünüp geliyordu işte.Her uyandığında bir yokluyordu telefonunu ''Acaba diyordu...Gerçekten gitti mi...Yoksa ben 25gün 10 saat 15dakika bilmem kaç saniyedir rüyada mıyım' Hani olurdu ya gerçek sanırdı rüyaları bazen uyandığında, mesela rüyasında babasını görürdü sonra saat altı olurdu ve babasının işten gelmesini beklerdi uyanıkken..evet babası gelmezdi o zaman anlardı rüya olduğunu.Ama günlerdir gördüğü bu rüya gerçekti bu sefer oturup bütün gün bunun bir rüya olmasını isterken buluyordu kendini. Ahh! Nasıl da garipti zaman nasıl da değiştiriverirdi beklentileri... 
Boşverdi uyumayacaktı o zaman geceleri.Bir yanını uykunun o eskiden sıcacık şimdi ise zifiri koynunda bırakıyordu, düşlerinin peşinde...Diğer yanı ise söylenerek kalkıyordu yataktan. Hergün  aynı şey diye düşünüyordu ve belkide nice uyuyup uyanmalar acı verecekti ruhuna aynada yüzüne bakarken. Karşısında aynı bildik ama bir o kadar da yabancı bir yüzle başlayacaktı güne..


  Gündüzleri hiç uyanık kalmak istemiyordu bu yüzden.Gün ışığında sanki yaralarını,şişmiş göz kapaklarını,yüzündeki çizgileri herkes görüyor ve acıyor gibi hissediyordu.ama yinede mecburen geç saatlerde de olsa kalkıyor
yüzünden düş parçalarını ve rüyalarını yıkıyor  Ve gerçek olan hayata hazırlıyordu kendini. Gerçek yaşama...O kavga edip durduğu zamana bırakıveriyordu çatlamış ellerini. Ona katacaklarını,ondan alıp geride bırakacaklarını bilmeden. Hiç düşünmeden. İşte diyordu harika bir gün daha... avuçlarında sakladığı düşlerden artık yoksun,sadece ellerinin arasından kayıp gidenleri hissederek...


  Şimdi o her yeni günün başında unutulmaktan korkarken delicesine, teker teker unutuyordu unutmaması  gerekenleri. Gidenleri gelenleri, yalanları, gerçekleri, el değmemiş düşleri, uzak ve kırgın bir zamandan gelip de artık kendine bile yabancı gelen sesini,konuşmayı,yürümeyi ama en çok da kelimelerini...T u t a b i l s e y d i eğer hiç B ı r a k m a z d ı Ellerini...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutlu Yıllar Kırmızı Balık

Bir zamanlar bende kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanırdım. Kaç metreydi ki benim yokluğum? Oysa ben benim yokluğumdan dünyaya Yalnızca bir elbise çıkar sanmıştım. Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah! İşte Böyle böyle Büyüyorum Dedim Bir gündüz geliyor Bir gece… Gitti... Gidiyor... Gidecek... Neler geride kaldı ve daha neler gelecek… Büyürken geniş ufuklar hayal ediyorum. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorum. Oysa… Denizlerle avunmayan bir martı cesareti lazım şimdi. Doğum günü mumlarını üfledi bugün Kırmızı Balık Kutlu olmadı Ama Her ne olursa olsun Doğum günleri kutlu olmalı O halde Kutlu Olsun …

La fille sur le pont

    "kötü yollar yoktur, kötü rastlantılar vardır." Size bir film anlataca ğ ım. Hakkında saatlerce konu ş ulabilecek,sayfalarca yazı yazılabilecek, gerçek gibi ve bir o kadar masalsı bir film.    Fransız filmleriyle ilk tanı ş mam her genç kız gibi, Audrey Tautou yani nam-ı de ğ er Amélie sayesinde olmu ş tu ve sonra Fransız sinemasını sadece Amélie’den ve Alain D elon'dan ibaret sanmamak için o gün bugün hala izlemekten vazgeçemedim.  O dura ğ an halleri,  Fransızcanın  insanı alıp götürmesi,  mutlu  son, e ğ lendirme, sürükleyicilik gibi kaygılar ta ş ımaması,abartıdan uzak yalın  senaryolar  ve oyunculuklarda eklenince en sevdi ğ im filmleri yapan millet olup çıktılar.   İş te  s enaryosunu Serge Frydman ’in yazdığı,  yönetmenli ğ ini  Patrice Leconte ’nin yaptı ğ ı, 1999 yapımlı,  Vanessa Paradis( Adele)  ve  Daniel Auteuil (Gabor)  isimli fransiz oyuncular...

Kuş Koysunlar Yoluna

"Öyle  güzelsin  ki  ku ş  koysunlar  yoluna" Bir  karga  bir  kediyi  öldüresiye  bir  oyuna  davet  ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir   ş eyden kaçıyorum bir   ş eyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerle ş emiyorum, kendimi bir yer  edinemiyorum,  kendime bir  yer... Kafatasımın içini,  bir  küçük  huzur  adına  aynalarla kaplattım, ölü ben’im  kendini  izlesin  her yandan,  o  tuhaf  sır  içinden! Pani ğ ini  kukla yapmı ş  hasta  bir  çocu ğ um  ben. Oyunca ğ ı  panik  olan  sayın yalnızlık  kendi  kendine nasıl da e ğ lenir. Niye izin vermiyorsun yoluna ku ş konmasına niye  izin  vermiyorum  yoluma  ku ş  konmasına niye  kimseler  izin  vermez  yollarıma  ku ş  konmasına? "Öyle güz...